11 Nisan 2008 Cuma

uyumadan büyüsün, ninni...

Tektik. Çoktuk. Büyüktük. Küçüktük. Güçlüydük. Zayıftık. Akıllıydık. Aptaldık. Öyleydik ya da böyleydik. Her halimiz bir sebepti. Çok fazla gerekçeleri vardı. Üzerimize bırakılmış onca hataya, onca yaşanmışlığa gösterecek çok gerekçeleri vardı. Bizi büyütmek için işaret ettikleri nedenleri çok geçerliydi onların.
Aslında onlar istemedi bunları yüklenmemizi(!) Biz sebepsizce, kendi kendimize aldık bu yükleri(!) O yaşta o kadar susamıştık ki ecele, kendimiz istedik erkenden büyümeyi(!) Gözlerimizi hatalara açtık biz. Bazen o “hata”lardan en büyüğüydük kendimiz. Hiçbir şey yaşamadan çok şey öğrendik aslında. Zaten bu yüzden bu kadar fazla temkinli veyahut bu kadar fazla şaşkın bekledik başlangıç noktasında. Yaşamamıza izin vermeden öğretmeye çalıştılar bize her şeyi. O yüzden gidip çattık en tekinsizlere ‘iyi’ diye. Tecrübe etmemize izin vermeden bıraktılar o yükleri omuzlarımıza. Sahibi dahi olmadığımız acıları taşırken bu yüzden yanlış limanlarda dinlenmeye uğraştık. Bizi o kadar çabuk büyütmek istediler ki, içinde kaybolduğumuz hatalar yaptık bu yüzden. Ruhumuzun saçlarını çabuk ağrıtıp, dizlerine ağrılar çökerttik. Daha yeni başlamış olmamız gerekiyorken çoktan ‘keşke’ler çekmeye başladık biz. Erken büyüttüler bizi. ‘ister misin?’ diye sormadılar. Haber bile vermediler. Sadece söz verdiler, onu da tutmadılar zaten. Zamanla kabullenmediler. Onlar inkar sığınaklarında büyümeye çabalarlarken, biz çoktan düşmüştük yollara ve zaten çoktan büyümüştük onların hatalarıyla. Yoğrulmamıştık, mayalanmamıştık. Malzememizi boca edip ateşe verdiler bizi. Çatlak çatlak oldu her yanımız, ‘oldu’ dediler. Büyüdük zannettiler. Sırf onların yüzünden, sözüm ona, kendi hayatımızı karmaşadan başka hiçbir şeye benzetemedik. Dün ‘agu’ dedik, bugün pişmanlıklarda sessiz kalıyoruz işte. Kamburlaşmış hörgücümüzde onları ve kendi acemiliğimizden yaptığımız hataları taşıyoruz. Her geçen gün ağırlaştı da artık alıştık. Onlar olmazsa eksik kalırmışız gibi.
Koca koca kesitler koptu hayatımızdan. Geldiğimiz yerle vardığımız yerin arası belirsiz. Olduğumuz yerle gideceğimiz yerin arası da belirsiz. Alıştık ki.
Aynalar koydular etrafımıza. Hiç sormadılar. Bizim tercihimiz değildi. Bir sabah uyandığımızda bedenimizden daha büyüktük.
Masallarımız olmadı bizim. Prensler uyandırmadı ya da tırmanmadık fasulyelere. Bebeğimiz olmadı bizim. Olsa da saçlarını kestiler ya da erkenden yok ettiler. Bir sabah uyandığımızda büyüktük. Şimdi kendi masalımızı bile bulamadık. Biz ‘biz’ olamadık. Sahibi olmadığımız acıları çektik. Kaçmamıza bile izin vermediler. Silahsız savaştık. Yaralandık. Yaralarımızı kendimiz yaladık. Bilemedik, bazen kaşıdık. Güçsüz kaldık, gelip tekrar kanatmalarına karşı koyamadık. Duvarlarımızı örmek için çok geç kaldık. Bir sabah uyandık ve büyümüştük.
Gözümüz arkada kadı. O, hızlı geçip de etrafta neler olduğunu göremediğimiz güzel diyarlarda. Dönüp baktık, bir şey göremedik. Biz oraları hiç bilemedik. Masalımız bile yoktu bizim.
Çaresiz, oturup erken hatalarımıza yakındık. Belki yeni akıllandık, onları adam yerine koymamaya başladık. Ama göremedik o diyarları. Bir sabah uyandık ve çoktan büyümüştük.
Hiç masalımız olmadı bizim. Gerçeğin vurduğu kırbaç izleri kaldı ruhumuzda. Ağlamamıza bile izin vermediler. Gözlerimizi sımsıkı yumabildik en fazla. Kendi masalımızı uydurup uyuduk sonra;
bir varmış bir yokmuş
ya da hiç olmamış
zaten en güzeli buymuş.

Hiç yorum yok: