18 Aralık 2008 Perşembe

neon bana "dur" dedi. durdum.

salaklık oluyor bu galiba. yani depim depim depinip "allahım bunalımlardayım, ölüyorum" deyip sonra birden "noluyoruz lan?" demek. tabi tabi... başka mantıklı açıklaması yok. öf kendimden yoruluyorum ben be, bir de çok bilmiş bazı makamlar kalkıp bana sevgili edinmem konusunda tavsiyeler veriyorlar. pek gerekli! peh! hatta bir daha "peh!".
şey oldu aslında... neon herifi gene galiba... dün ona "kötüyüm ben" dedim. o da bana "sıçtırtma ağzına" temalı bir-iki cümle kurdu. sonra ben tuvalete girip düşündüm ve kendimi daha iyi hissettim. şey gibi bir şeymiş bu, hani fiziken kabız oluyoruz ya; zaman zaman düşünsel anlamda da kabız oluyoruz. ben ruhen kabız olmayı da başarabilmişim, tüm problem buymuş. valla bak. ama asıl sorun şu ki, ben bunu geç fark ediyorum.

neon, karanlık yolda kafamı tosladığım koca gövdeli bir ağaç böyle zamanlarda. dün akşam yine kafamı çarptım ona, sonra yıldızlar döndü tepemde ve uyandım. iyi oldu böyle. gerçi bu sabah da okula gitmemi sağlamadı ama o sanırım dün geceki yatakla yaşadığım şiddetli tartışmadan ötürüydü. he buna rağmen, istediğim saatte uyandım bu sabah. gözlerim korku filminden fırlamış gibi ama kendime yemek yapınca daha bir iyi göründüler sanki.
aynadaki hırsızın da kaçtığını anlıyoruz burdan tabi.

bir de bu kabızlık hali, sanırım kendimle konuşmayı bıraktığım zamanlarda yakalıyor beni. bazen o kadar takılıyorum ki bir şeylere, gerçekten kendimle konuşmuyorum. kendi sessizliğimde saçma sapan bunalımlara yuvarlanıyorum sonra, haydaaa! doğru bir tespit galiba bu.

ulan dünyada insanlar fikirleri yüzünden ölüyor, melih gökçek göt korkusundan bas bas bağrıyor, bush kafasına ayakkabılar yiyor, annem-babam dahil milyonlarca insan hayat gailesinde sabahın köründe yorgun argın yollara düşüyor, afrika'da çocuklar açlıktan ölüyor, ayla dikmen canlı yayınlara çağrılıyor, somali'de denizciler kaçırılıyor ben evde bunalıma giriyorum! yuh! oha ve hatta çüş! nietzche'yle kapışabilirim bencilik konusunda.

gideyim de hazırlanayım. ufak periyodlarla başlayıp temiz hava soluyayım. eşyalarımı toparlayayım. kitap da okuyayım hatta. dünyayı kurtaramam ama kendimi kurtarabilirim bence.

17 Aralık 2008 Çarşamba

"anne, aynaya hırsız girmiş!"

günlerdir evden çıkmıyorum. sanırım 3 gündür. benim için çok. evde oturduğu müddetçe başına ağrılar saplanan birine göre çok, evet. kitap okumuyorum. film izlemiyorum. müzik dinlemiyorum. uyuyorum. uyanık kaldığım zamanları da televizyon gibi "boş beleş" şeylerle anlamsızlaştırıyorum. yemek yapıp yapıp beğendiremeyen, bunu bilmelerine rağmen de salya sümük ağlayan salak insanları falan izliyorum. okula gitmiyorum. huzura daha çok erdiğim, en azından kitap okumak ve müzik dinlemek gibi dürtüler edindiğim, diğer evime de gitmiyorum. üç gündür buna niyetleniyorum ama üç gündür ne planladığım saatlerde uyanıyorum ne de pijamalarımı çıkartıyorum. stüdyodaki nöbet işimden de, izlemek için can attığım o oyundan da gün itibariyle caymış bulunuyorum. merak edip aynaya bakıyorum, karşılaşmayı umduğum kişiyle karşılaşamıyorum. aynadaki anlamsız bunalımlara girmiş biri. hayallerini gerçekleştirmeyen ve başladığı işleri hep yarım bırakan biri. solgun ve bitkin görünen, beni de battaniyelerin altına geri gönderen biri...
uyumaktan başıma ağrılar giriyor. ama yine uyumaya gidiyorum. en yakın arkadaşlarımla görüşmek istemiyorum. üstümü değiştirmek ve dışarı çıkmak da sanırım. ya da aslında dışarı çıkmak istiyorum ama kendime bile anlatamadığım bi sebeple bu güdümü bastırıyorum.
korkarım kışın başının altından çıkıyor bunlar. kar falan yağsa ya keşke. uyansam ben de en sonunda. ve aslında bu yine diğerleri gibi kabus değil de sıkıcı bir rüya olsa. seslensem sonra: "anne! aynaya hırsız girmiş!" annem gelip kovsa sonra "kış(t)!" diye. olur bence. güzel de olur hem de.

4 Aralık 2008 Perşembe

Antigone Ölsün... Geçmişim Kalsın

Sıkıldım... Sıkıldım... Sıkıldım... Yanımda bira içen seyirciler vardı. Bir de bunlar canım ülkemin tiyatro öğrencileri olunca sarhoş olasım geldi. Olayım da unutayım diye. Haliç Üniversitesi Tiyatro Bölümü 2. Sınıf öğrencilerinin Nazım Uğur Özüaydın rejisiyle sahnelediği Antigone oyununu izledik sınıfca.. Sadece sınıf olan biz değildik Haliç Ünivesitesi'nin kasvetli salonunda. Bizimle birlikte İstanbul'un çeşitli okullarında okuyan, çeşitli tiyatro öğrenciler de vardı. Çeşit çeşittik. Hatta salonun tamamını onlar oluşturuyordu.. Seyirciye hiç kızmadım oyun boyu garip tavırlarından dolayı. Tiyatro öğrencilerinin yaklaşık bir buçuk saat seyirci rolü oynayamamasına kızdım.. Garip alkışlar, yerli yersiz gülüşmeler, çıkıp gidenler, telefonlar, gürültüler... Ve tabi kesif kesif burnuma gelen bira kokusu. Oyundan çıktığımda aklımda kalan tek şey Efes Extra'ydı..
Günümüz kelimesi oldum olası yorar beni.. Günümüze uyarlamak, günümüzce yorumlamak. Bir de buna çağdaş, modern kelimeleri eklendiğinde ifrit olmaya sebeptir pekala.. Ama fikir yine de güzeldi. Çıktığımda aldığım derin nefesin sebeplerinden biri de olsa ikinci sınıf öğrencilerinin özverisi, Nazım Uğur Özüaydın'ın cesareti takdire şayandı. Sonuç ne olursa olsun.. Oyunu sevmedim. Ama bu oyunun kötülüğünden değil.. Bilakis benim ukalalığım. Sevmiyorum "günümüze uyarlanılmışları". Sevemiyorum.. Sevsem de Kastamonu şivesi içinde olsun istemiyorum, istesem de Antigone'nin üzerindeki gri tişörtü istemiyorum. Hepsini geçtim cep telefonu görmek istemiyorum. Bırakalım bunlar günümüzde kalsın.. Bırakalım ve bir de diğerini görelim. Onu zaten gördük demeyelim bir de sizden görelim. Güzel popolu kızın elindeki şarap kadehinden daha fazlasını görmek istedim belki. Ya da aksayan ışıklardan fazlasını. Hatta azını görmek istedim. Creon'un kravatını görmek istemedim mesela, İsmene'nin penti çorabını... Yasemen Levy'nin şarkılarının gerekliliğini düşünmek istemedim.. Arada karışımızdaki perdede çıkan ne dediklerinin anlamadığım kadınları da görmek istemedim. Ama onlar göstermek istedi.. Dediğim gibi hepsi benim ukalalığım. Kendimi dışarı atıp, derin bir nefesten sonra sigara yakmama sebep olanlardan biri olsa da oyun, denenen şeye saygı duyulmalı, cesaret ne olursa olsun alkışlanmalı.. Alkışladım tabii.
Ve Antigone... En büyük alkış sana.. Üzerindeki gri tişörte rağmen.
Nazım Uğur Özüaydın'ı da kutlamak lazım tabii ki. Öğrencilerine güveni ve cesareti için..
Sevemiyorum ben günümüze taşınanları.. Geçmişi geçmişte kaldığı haliyle seviyorum. Ama bakmayın siz bana. Gidin ve izleyin. Eminim daha iyi bir şeyle karşılaşıp beni kafanızdan direkt sileceksiniz. En azından bira kokusu olmayacak, ve benim gibi ukala öğrenciler.

"Ölüm Devrimin Maskesidir
"

İyi seyirler.