27 Kasım 2010 Cumartesi

Pamuk'a elmayı uzattan cadı değil, annesiydi.


Annem... aşklarımı hep komedi filmi izler gibi, yüzünde o alaycı gülümsemeyle dinledi. Ne kadar acıydı aslında, o an için bu dünyada en değer verdiğin ve inandığın şeyin küçümsenmesi. Ne gurur kırıcı, ne aşağılayıcı! İlk aşktan itibaren bu böyledir ve kocana kadar da devam edeceği gayet aşikardır.

Annemle kaçıncı evresindeyiz bu kırgınlığın bilmiyorum ama bu aralar gururla kurduğu cümle şu: "daha kimler gelir kimler geçer... " Sanki iyisi buymuş gibi. Sanki doğru olan kısacık hayatımdan milyonlarca insanın geçmesiymiş gibi. Ve beni buna ikna etme çabası... Buna inanmam için gözlerimin içine bakışı. En fenası, bunu 'annem' sıfatıyla yapması. Hani şu bana hayat boyu en doğru olanı öğretecek olan kadının... Sıklıkla da benim iyiliğimi düşündüğünü ima etmesi. Hayır, hayır gecikmiş bir ergenlik sürtüşmesi değil benimkisi. Açık ve net kırgınlık, kızgınlık ve düpedüz incinmişlik...

Hepimiz, annelerimizin hayatlarında yeni açtıkları birer temiz sayfalarıyız. Bir önceki sayfadan mutlaka daha beyaz, hatta mümkünse üzerinde hiçbir yanlış çizgi barındırmayan bir sayfa... Annelerimiz kendi hatalarından korkup bizim duygularımızı içimizden geldiğince, coşku dolu yaşamamıza engel olurlar. Hep 'daha gelip geçecek' birileri vardır. Her sevdiğiniz aslında yanlış kişidir ve siz dünyanın sekizinci harikasısınızdır. Beyaz atlı prensin gelmesi için zehirli elmayı ısırmanıza, yüz yıl uyumanıza ya da kaleden kurtulmak için saçlarınızı metrelerce uzatmanıza gerek yoktur. Çünkü zaten hiçbir kurtarıcı beyaz atlı bir prens değildir annenizin nezdinde ve bu yüzden hiçbirisini sevmemeli, hiçbirisine bağlanmamalıdır.

İşte bu yüzden büyüdüğümüzde bir de bakarız ki sevme yeteneksizi bir mendeburun teki olup çıkmışızdır. Kanserli gibi içimizde büyüttükçe zehirlenir hale gelmiş korkaklıkla üstelik... Sevmekten, sevilmekten, dokunmaktan, hayal kurmaktan, inanmaktan korkan bir kadın olmuşuzdur. Sevmeye kalkışsa da karşısını kan revan içinde bırakan bir caniye dönüşmüşüzdür. Annesinin hatalarını kendi hatası bellemiş ve hayattaki tüm hata yapma haklarını yitirmişçesine korunaklı yaşamaya çalışan bir kadın... Etrafına kendi özgürlüğünü hapseden duvarlar örmüş, gri bir gökyüzü altında 'güven' içinde yaşamaya çalışan bir kadın. O duvarlar arasında mutluluğunu ve umudunu günden güne gırtlayarak yok eden bir kadın... Üstelik baştan aşağı suçluluk duygusuyla kuşanmış! En büyük suçu da en affedilmez kişiye, kendine işlemiş bir kadın... Failini annesi olarak görmek için gecikmiş bir kadın...

Aynı ilkokulda öğretmenin, derste izin almadan konuşuyorsun diye suratına koca bir tokat indirmesi gibi. Hani hayat boyu konuşmak için hep birilerinin susmasını, size izin vermesini bekler ve kendini ifade edemez bir sosyopata dönüşürsün nihayet. Konuş dediklerinde konuşamaz olursun. Bu sefer konuşamıyorsun diye perişan ederler hani... Durduğun yerde, hiç de bir suçun yokken men ediliverirsin insaniyetinden. İşte öylesi bir kısır döngü içinde dönene dura kupkuru kalır, tükeniverirsin. Kanadıkça kanar, yine de tek kelime konuşamazsın.

13 Kasım 2010 Cumartesi

bık

İlk sınav haftamı bitirdim. Benim için çok avantajlı olabilecek bir iş görüşmesini kaçırdım, aynı gün ilk sınavımı da kaçırmıştım. Sonra Neon aradı, hadi film çekiyoruz koş dedi. Sınavlar takıldı ayağıma, koşarken yere yapıştım. Sınavlar bitti derken hayvan gibi gribim. Zorlu geçen bir gecenin ardından 'baba kahvaltı hazırlamış oh' diye sevinirken annenin nerede olduğumu öğrenmek için beni değil de babayı araması. Sinir harbi, gerginlik, acayip kızgınlık... peşinden tarifsiz bir sıkıntı hali. Öyle böyle değil ama, feci! Dişlerim acıyor resmen. Kendimi çok korkunç hissediyorum. O gerizekalı iş yerinden de paramı alamadım bir türlü! Gidip yakıp yıkmak, rezil rüsva etmek istiyorum ortalığı.
Nefes... nefese ihtiyacım var bir süredir. Güzel kitaplar, filmler ve fonda daima huzur verecek bir müzik. Baş ağrıtmayan, hafif bir şarap.
Toprağa basmak istiyorum yalın ayak. Sonra ıslak çimenlere uzanmak öylece. Derken babaannemin elini tutmak. Sarılıp gıdısından kocaman koklamak. O an yeniden yeniden doğmak. Kim bilir, belki de benim cennet tasvirimdir bu.
Giderek daha çabuk yorulur oldum. Daha çabuk sinirlenir oldum. Çözüm bulmaya çalışmaktansa topuklar... Sıkıntıdayım.
Yorgunum.