30 Aralık 2011 Cuma

Yeni bir yıl ve 60. kayıt

Geçen seneki yazımı anımsıyorum. Her şeyin çok yolunda gideceğinden pek emin bir halim vardı. İnsanların sevinçle eski yılı göndermelerine atarlanıp duruyordum. Pek malumatfuruştum.
Şimdiyse daha dinginim. Kimseye kızmıyorum. Her şeyin iyi olacağına dair umudum yok fakat bu her şey boktan olacak demek değil. Daha dün bir sürü insan 'yanlışlıkla' öldürülmüşken yeni yıl geliyor diye sevinçten zıplamak gerçekten hiç mümkün değil.
Bu işin başka bir boyutuysa, diğeri de benim büyümüşlüğümdür. Son anda hayatıma girivermiş sevgilimin varlığıdır. İne çıka giden yolların düze inmesidir. Monotonlaştığım anlamına mı gelecek bu, henüz bilmiyorum. Tek bildiğim, çok şey beklememeyi öğrendiğim. Böylece tadımın kaçmayacağını, mutsuzluğa o kadar da kolay düşmeyeceğimi biliyorum.
Bordo oje, mum, kırmızı şarap, sevgili. Yeni yıl böyle gelecek bana.

29 Kasım 2011 Salı

Dönüş

Aklın almaz, parmağında o yüzüğü görmek nasıl canımı yakıyor. Nasıl çileden çıkıp deliriyorum. Yerini keşfedemediğim kadar derinimde bir yerler sızlıyor.
Benimsin şu an. Her anınla, her zerrenle. Ama o yüzüğün diğer teki olamamış olmak, senin hayatında geçirdiğim 8 yılı bile bir kenara atıyor.
Bazen çok şey olursun, bazen ise hiçbir şey. Şimdi senin herşeyin olabilirim ama hiçbir şeyin olduğum zamanları anımsamak dahi yetiyor kanatmaya. Senin hiçbir şeyin olarak varolmak nasıl bir ağırlıkmış, şimdi yaşıyorum. Ya hiç gelmeseydin ve ben içinde bulunduğum ağırlığı fark etmeden yaşamaya devam etseydim. Varlığımın gerçekten bir anlamı varmışcasına tutunsaydım. Muhtemelen bir başka yüzüğün çifti olmayacaktım. Sen gelene dek içinde yaşamaya devam ettiğim o demirden kalenin içinde kendi soğuğumdan donup ölecektim. Çok boşa olmaz mıydı?
Seni beklemişim bilmeden. "olmaz" derken "olsun" diye ümit etmişim meğer. Seni dilemişim bilir bilmez. Şimdi uyandığımda seni buluyorum yanımda. Göğsümde senin adının mırıltılarını duyuyorum. Sol tarafımda, bir yerlerde, ılık ılık akıyorsun damarlarımda. Depderin bir iç çekiyorum, ciğerlerime doluveriyormuşsun gibi var oluyorum hayatta.
İyi ki dönmüşsün sevgilim, iyi ki gelmişsin. Hep beklemişim de bilememişim.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Herşey olur, herşey geçer, herşey büyür; hayat kalır.

Hevesler hep gidicidir. Pek sık konaklamazlar beyinde. Ama benim beynim, senelerdir çocuksu bir saflıkla aynı hevese ev sahipliği yapıyor. Muhtemelen Maslow haklı ki, ihtiyaçlar hiyerarşisine göre 'barınma ihtiyacı'nın bir sonucu benimkisi.
Kendime ait bir hayattan söz ediyorum. Göçebelikten ve aitsizlik duygusundan uzak. Sadece bana ait olan. Duvarlarını kendimin boyadığı, benim seçtiğim koltukların arz-ı endam ettiği, telefonuna sadece benim cevap verebileceğim bir ev. Belki bir de sevgilimin.
Neden şimdi depreşti bu? Yoruldum. Sığamadığım evlerde yaşamaya çalışmaktan çok yoruldum. Çok yoğun bir dönemdeyim. Üstelik pek de zor. Sevgili bekliyorum delicesine. Bunca sene beklediğim yetmezmişçesine. Ama şikayet etmiyorum. Çok darlandığım an o havaalanı sahnesini getiriyorum gözümün önüne, sakinleşiyorum biraz. Son 40 küsür dakikadayız, gelmesine 31 günün kalması için.
Kafayı yiyorum ben. Mezuniyet arifesinde tarifsiz telaşlar kucağındayım. Çaresizlik en son ihtiyacım olan şey ama bazen çok korkuyorum çaresiz kalmaktan.

6 Kasım 2011 Pazar

K Savaşları

Aslında blogu açarken çok kararlıydım. Çok bilmiş, çok kendime güvenerek tıkladım o doldurmam gereken boşluklara. Fakat şu an sevgilimin -evet benim sevgilimin, canım sevgilimin, resmen benim olan sevgilimin- karşımda Flamenkçe çalışıyor olması beni gülme krizlerine gark ediyor ve tükürmek suretiyle kahkaha atıyor olmam tüm ciddiyetime turp sıkıyor.

Ben aldatıldım. Çok seveceğimi düşündüğüm, gerçekten duygusal bir şeyler yaşadığımı sandığım adam tarafından göz göre göre aldatıldım. Ve sabahın 6'sına kadar ağladım. Eski sevgilime ağladım. İlk sevgilime. Ve yeni sevgilime. Sevgilime. Sabahın 6'sına kadar, 6 yıl önce ayrıldığım yeni ve de canım sevgilime ağladım.

Nasıl bir dönüştür bu, hangi kavşağın nihayetidir açıklamak imkansız. Geri dönüşlerin kabul edilmez mide bulantılarından uzak ve de zaten geri dönüş olmayan bir dönüş bu. Bizimkisi bir başlangıç. Yanlış zamanda yaşanmış bir rastlantının rövanşı.

Çok büyük aşklar yaşadım kendimce. Dinginliğe yaklaştığımı hiç bu kadar hissetmemiştim. Hayır hayır, korkma sevgili blog. Ayşe Armanlık edip nasıl seviştiğimizi filan anlatmayacağım sana. Zaten üç haftadır skype ve telefon konuşmalarıyla ilerliyor ilişkimiz, sanal seks yapacak kadar da düşmedik şükür. Bak gene Ayşe Arman'a bağlıyorum. Sustum.

Kasım'dayım. Bir ilişki henüz bitmişken bir başkasına yelken açmak/açabilmek "herşey yolunda, hayattayım" mesajıymış. Çok sevdim bu çıkarımı. İşime geldiğinden değil, kurmayı beceremediğim bir cümleyi kuruyor olduğundan. Aman neyse, nitekim Kasım'da aşk başka filan değil aga. Yalan o. Aşk Kasım'da da aşk, Nisan'da da. Oğlum uzak mesafe ilişkisi sarsıyor beni. Ya da yetiştirilecek bunca iş varken, ben sırf iş olsun diye bu tuşları dövüyorum diye yakıyorum devreleri.

Bu yazının başlığını neden K Savaşları koyduğumu unuttum. Normalde yazımı yazar sonra atardım başlığımı. Bu defa o kadar kararlı geldim ki, önce başlığı attım ama yazının sonunda da unuttum. Hep bu Flamenkçe.

Hah! Kasım, kalem, kağıt, klavye, kitap. Üstelik 'kurban' bayramı. Tabii ki 'K Savaşları' olacaktı adı! Yazılacak bir tez girişi, bir dergi haberi, bir kitap incelemesi, bir haber analizi ve elden geçirilmesi gereken bir senaryo. Bilgisayar başında geçen saatler. Çaresizce özlenen -ama yıllardırcasına özlenen- bir sevgili, geçmesi beklenen 40 gün ve her gün tekrar tekrar canlandırılan hava alanında buluşma sahnesi. Uykusuz geceler, uyanılamayan ve ancak akşam başlanabilen günler. Ayşe Arman olmayayım derken depresyon abla oldum. Öte yandan bunca senelik çelik ablalığın üzerine inanılmaz duygusal şeyler düşünür oldum.

Şimdi bir Bülent Ortaçgil şarkısı çalıyor kafamın içinde acıklıca: "bu tez hiç bitmeeez..."

28 Ekim 2011 Cuma

Hiç akıllanmamanın daniskası

Gittin. Pişman olma olasılığını göre göre gittin. Benim geri dönmek istememe olasılığımı bilerek. Belki de ben hiç istemiyorken ayrılığı, sen direttin. Benimle beraber ağladın. Benden çok üzüldün belki de.
Yalnızlığına bunca dayılanırken şimdi neden benimle izlemen gereken filmleri yalnız izliyorsun! Neden benimle içmen gereken içkileri yalnız başına kafaya dikiyorsun ve en son beraber gittiğimiz barlarda eğlenmeye çalışıyorsun?
Kararının ızdarıbını böyle mi çekmek istiyorsun? Aşık olmak üzerine büyük laflar edince daha çok kanıyor da yaran, daha mı kolay akıtıyorsun zehrini?
İşin kolaylaşıyor mu böyle? Benim de beyin kıvrımlarıma bir düğüm daha attığında hafifliyor musun bir nebze?
Ben yalnızlığıma fırsat vermeden iyi olmaya çalışırken, zerre nefes almadan yeni bir hayat planlarken... Tekrar aşk acısı çekecek halim yok, demedim mi sana?!
Benim inadım da bezdiriyor değil mi seni?
Yakmasana canımı. Çeksene parmaklarını beyin kıvrımlarımın arasından. Ve geçen pazar kahve falımdan düştüğün gibi hayatımdan defolup gitsene!
Ya da gitmesene, ne bileyim.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Munch! Ouch.

Alışırsam olmaz. Elim ayağım birbirine dolanır. Olmaz.
Evde seni beklemelere alışmamam lazım. Gelip de evde beni bulduğundaki mutluluğunu görürsem yüz bulurum. Alışmamalıyım. Gidemem sonra.
Sana yemekler yapmaya alışmamam lazım. Eşyalarımı da almış gelmişim bir bakmışsın. Kitaplarımız yan yana dizilmiş, giysilerimiz birbirine karışmış olur. Alışırım sonra. Çok tehlikeli. "Yemeği ben hazırladım, kahveyi de sen yap" kavgasına tutuşuruz mazallah. Hasta olur da aynı mendillere sümkürürüz. Alışmamak lazım.
Pijamalarımı da alır gelirim, kendi evime gidemez olurum. Gitsem de sensiz yataklarda uyuyamam, senin öpmediğin sabahlara uyanamaz olurum. Yalnızlığımı aldatırken alenen, enselenmiş olurum. Üstüne üstlük alışmış olurum da aşık filan olurum üstüne. Çok tehlikeli, çok. Abartır mıyım dersin? Bence çok abartırım.
Evimi bırak,kendimin yollarını unuturum. Kaçacak delik bırakmam kendime. Öylece, ulu orta... Seninle izleyeceğim diye "izlenecekler" listemi kabartırım. Hiç iyi değil.
Gece tuvalete kalkıp da yatağa döndüğümde sarılayım diye kolunu kaldırmana alışırım. Ya sana sarılmadan uyunan uykulara düşman olursam?
Peki bunca sevdikten sonra o hayalindeki kadına dönüşürsem ne olur?
Bir sabah.
Apansız.
İstemeden.
Anlamadan.
Ne yapsan kapılarım kapanmaz olursa bir gün? Döneceğin tüm yolların sonuna koyarsam kendimi?
Peki sen benim çıktığım tüm yolların üzerinde olursan? Oldu olacak sen de benim hayallerimdeki adam oluverirsen bir anda?
Sen yoksan çirkin hissedersem kendimi? Hiç sana bağlı değilimişim gibi yaşamaya çalışırken bir anda sana alışıverirsem...
Çok içinden çıkılmaz olmaz mı işler?
Alışmamam lazım.
Sonrası çok fena.

9 Eylül 2011 Cuma

Eylül, yeni bir yıl bize.

Bu ara en büyük lüksümüz bu, balkonumuzda o ekşimsi ucuz şarabımızı onun buna şerefine tokuşturup içmek. Bir de arkadan Bülent Ortaçgil dinleyip her şarkısında ilk kez duyuyormuşçasına keyiflenmek.
Eylül'e vardık sonunda. Şimdi güneşli sabahlara uyandığımız bu odada yağmurlu günler karşılayacak bizi. Aslında en başındaki gibi. "oraya doğru fazla gidersem, buraya dönmem coğrafya gereği".
Dün gece beraber uyuduğumuz ilk geceyi düşündüm. Beni öptüğünde duyduğum heyecanı anımsayıp gülümsedim. O aralar bana anlattığın birçok güzel şeyin yalan olduğunu hatırlasam da mutlu olmak daha çok işime geldiğinden aptala yatıyorum. En başından beri, kusursuz bir aşk yaşıyormuşuz gibi davranıyorum. Sonra an geliyor şu an bile aşk yaşamadığımızı hatırlatıp kendime gülüyorum.
Her neyse.
İşte o aralar bir zamandı. Birbirimiz için ne olduğumuzu bilmediğimiz günlerdendi. Ilık bir geceye uyuyup yağmurlu bir sabaha uyanmıştık. Delicesine sağanaktı. Benim uykusuz gecelerimden birisinin nihayetiydi. Erken kalkmış balkonda senin ödevini yazıyordum. Sonra yağmur yağmaya başladı üzerime. Sonra sen geldin. Okula beraber gittiğimiz, ama koridorda karşılaşacak şansımızı yitirdiğimiz tarihlerdi.
Ben anlara çok bağlıyım sanırım. Geç ve de ayrı uyuduğumuz o gecenin ertesinde derslerimize yetişmeye çalışırken okul koridorunda karşılaştığımız o günü de unutmam ben mesela. Hani elindeki suyu alıp içtiğim sonra koşarak uzaklaştığım.
Güzel şeyler yapıyoruz, bu kesin. Canımız sıkılınca onun bunun dedikosunu yapıp eğleniyoruz en kötü. Beraber kitaplar alıyor, beraber kitaplar temizliyoruz. Bazen çok güzel, çok severek bakıyoruz birbirimize. Ama ben inanmıyorum bunların birçoğuna. Kapılasım yok. Çok gencim daha. Başka bir aşk acısıyla baş etmeye niyetim yok. Eğer gidersen bir gün, ki bu da kesin, hiç gelmemişsin gibi davranmayı planlıyorum. Hiç olmamışsın gibi. Bunca anı biriktirmişken ve de biriktiriyorken bu nasıl mümkün olacak bilmiyorum ama şu an sadece bunu planlıyorum. Anımın tadını kaçırmıyorum, hayır. Seni çok sevmekten korkuyorum. Seni sevmiyorum.

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Koskoca Yirmiiki.

Anlar biriktiriyoruz. Gitmişsin gibi içimi acıtıyor bazen hatırladıklarım. Eskimle yenim, iyimle kötüm karışıyor. Ağlayasım tutuyor. Bakıyorum ki mutluymuşum meğersem, neden?
Parmaklarımı öpüşün... O kadar eski ve o kadar yeni ki. Kalbime pompalaması gerekenden fazla kan doluyor bir anda.
Seni paylaşmayı istememek. Hiç gelmezdi aklıma böyle bir arzuya sahip olacağım. Ağzımdaki sigara tadı kadar yabancı. Ve bir o kadar aptal.
Senin savaş alanına girecek cesaretim yok. Sen kendi sınırlarının öte yanından pis pis sırıtırken ben kendi sınırımın ardından korkak gözlerle bakıyorum sana. Seninle savaşacak gücüm olmadığından oyunun kurallarını sen koyuyorsun. Ben sesimi çıkartacak oluyorum. Kafama vuruyorsun. Aşağı itiyorsun. İncitiyor, korkutuyorsun. Ben salağım. Susuyorum. Sen benim cumhuriyetimde kendi diktanı yönetmeye başlıyorsun. Sonra ben sana duymak istediğin yalanlar söylüyorum. Böylece en güzel sahtelerden bir mutluluk yalanı uyduruyor ve yaşamaya başlıyoruz. Bazen o kadar abartıyoruz ki birbirimizi sevdiğimizi söyleyecek oluyoruz. Ve işte sonrası malum sahne... sen parmaklarımı öpüyorsun. ben gülümsüyorum. Acıyarak ya da huzurdan dört köşe olarak. Kim bilir.
Güzel bir sevgilicilik yalanı bizimkisi. Beraber tatillere çıkılan. Birbirine kitaplar okunan ve sevimli notlar yazılan. Beraber uyunup beraber uyanılan.... Kime ait olduğu bilinmeyen bir hayata iki kişi birden sığmaya çalışılan...
22'me 2 saat kalayım. Senin kokunun dibinde, dudağımda senin sigaran ile. Senin evinde, yalnız başıma. Yanımda olsan "kambur durma çocuk!" diyeceğin bir pozisyonda, yine bir yaz sonu depresyonu ile kaydediyorum bu satırları.
Bu gece bir kadına dönüşebilmem sadece bir şişe ojeye ihtiyacım var. Biraz renge. Biraz kırmızı birazcık da maviye. Hani senin şu sevdiğin tondan.
22 oluyorum sevgilim. Tek başıma. Ve defalarca sorduğun o sorunun yanıtını yavaş yavaş buluyorum; seni niye sevdiğimi gerçekten bilmiyorum.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Kaçak Mektuplar

Çok eski bir duygusun sen. Çok eski bir sessin, duydukça geçmişe götüren ruhumu. Eski sevgiliyi hatırlamak, çocukluğa ait unutulmuş bir oyuncağı bulmak, anneden yenilen ilk tokadı hatırlamak, babaya söylenen ilk yalanı tekrarlamak, babaannenin pişirdiği çorbanın lezzetini yakalamak, çok ağladığın bir filmi tekrar izlemek, gözyaşlarındaki tuzun tadına varmak... unutulduğu zannedilen tüm anıların toplamısın. Geçmişi acı vermeden anımsamaksın. Hatırlarken acı çekmemek kadar acılarla yüzleşmeksin bir yerde. Bu ne kadar kıymetli, bilir misin? İnsan geçmişini sevmez. Kim ne derse desin sevmez. Ya iyi şeyler yaşamadığından ya da yaşadığı güzellikleri tekrar yaşayamayacağından... yani ya pişmanlığından ya da hasetinden, umutsuzluğundan. Bu yüzden geçmişi sevdirmek büyük bir meziyettir. Odamı saran eski mobilya kokusunu sevebilmem, babaannemin saç tellerini toplayabilmem ve hala onunla uyuduğum yatakta yalnız uyumaya çalışmam bu yüzdendir. Çocukluğumda dinlediğim ninnilerin huzuru sararken kulaklarımı, içime ılıkça bir şeyler sızar. Biraz ağırdır aslında, ama başka bir yandan özümsersin bu sancıyı. Senindir, bilirsin. Tanıdıktır biraz. Gözün ısırıyordur bir yerlerden. Biraz daha sürse tamamen hatırlayacaksındır. Ama hep bir süliet olarak kalacaktır. Beceriksizdir insanın ruhu zira. Depresyonlara ve antidepresanlara her daim açık olan kapısı yüzünden hüzünlerini uzun uzadıya ağırlayamaz. Korkar yarın sabah uyanamamaktan.
Ağlarken mutlu olmasını sağlamak bir insanın, dünyanın büyük mucizelerindendir. Ben sadece babaannem için ağladım şimdiye kadar. Onunla yaşayabileceğim her şeyi yaşadığımı düşünürken, gittiğinde elimde kalan kocaman keşkelere bakarak ağladım. Bir de gövdeme büyük gelen o keskin özleme... Özlem ilk defa güzel değildi. Sonunun gelmeyeceğini bilerek özlemek hiç güzel değilmiş. Adı çaresizlikmiş meğer. Gözyaşların içine akar ve hiçbir yarayı kapatmazmış. Sen hiç bu duyguyu yaşama sevgili. Hiç istemem. Çünkü kimse yardım edemez sana. Ben bile iyi gelmem belki de. Korkarım. Yaraların dokunulmaz olur. Sen sakın sonu gelmeyen özlemlere kapılma sevgili.