29 Ağustos 2011 Pazartesi

Koskoca Yirmiiki.

Anlar biriktiriyoruz. Gitmişsin gibi içimi acıtıyor bazen hatırladıklarım. Eskimle yenim, iyimle kötüm karışıyor. Ağlayasım tutuyor. Bakıyorum ki mutluymuşum meğersem, neden?
Parmaklarımı öpüşün... O kadar eski ve o kadar yeni ki. Kalbime pompalaması gerekenden fazla kan doluyor bir anda.
Seni paylaşmayı istememek. Hiç gelmezdi aklıma böyle bir arzuya sahip olacağım. Ağzımdaki sigara tadı kadar yabancı. Ve bir o kadar aptal.
Senin savaş alanına girecek cesaretim yok. Sen kendi sınırlarının öte yanından pis pis sırıtırken ben kendi sınırımın ardından korkak gözlerle bakıyorum sana. Seninle savaşacak gücüm olmadığından oyunun kurallarını sen koyuyorsun. Ben sesimi çıkartacak oluyorum. Kafama vuruyorsun. Aşağı itiyorsun. İncitiyor, korkutuyorsun. Ben salağım. Susuyorum. Sen benim cumhuriyetimde kendi diktanı yönetmeye başlıyorsun. Sonra ben sana duymak istediğin yalanlar söylüyorum. Böylece en güzel sahtelerden bir mutluluk yalanı uyduruyor ve yaşamaya başlıyoruz. Bazen o kadar abartıyoruz ki birbirimizi sevdiğimizi söyleyecek oluyoruz. Ve işte sonrası malum sahne... sen parmaklarımı öpüyorsun. ben gülümsüyorum. Acıyarak ya da huzurdan dört köşe olarak. Kim bilir.
Güzel bir sevgilicilik yalanı bizimkisi. Beraber tatillere çıkılan. Birbirine kitaplar okunan ve sevimli notlar yazılan. Beraber uyunup beraber uyanılan.... Kime ait olduğu bilinmeyen bir hayata iki kişi birden sığmaya çalışılan...
22'me 2 saat kalayım. Senin kokunun dibinde, dudağımda senin sigaran ile. Senin evinde, yalnız başıma. Yanımda olsan "kambur durma çocuk!" diyeceğin bir pozisyonda, yine bir yaz sonu depresyonu ile kaydediyorum bu satırları.
Bu gece bir kadına dönüşebilmem sadece bir şişe ojeye ihtiyacım var. Biraz renge. Biraz kırmızı birazcık da maviye. Hani senin şu sevdiğin tondan.
22 oluyorum sevgilim. Tek başıma. Ve defalarca sorduğun o sorunun yanıtını yavaş yavaş buluyorum; seni niye sevdiğimi gerçekten bilmiyorum.