16 Şubat 2009 Pazartesi

iki ihtimalden ibaret değildi, biz sadece bu kadarını sayabiliyorduk.

Kendimi sağlamca bir köşesine yerleştirebileceğim bir düzen arıyorum. Sırtımı hiç mesafe bırakmadan duvara dayamayı ve tek bir zerre dahi endişe duymamayı istiyorum. Öte yandan hayatımın böylesi bir bağlanmışlığı kabul edemeyeceğini de biliyorum. Hep beceremeyeceklerimi istedim zaten ben. Dileklerim hep en uzaktakilereydi. O kadar uzaktılar ki, gerçekliklerini görüp uyanmaya fırsatım olmazdı. Yakınıma gelselerdi de eğer, kör olurdum muhtemelen. Ama dün yaptığım körlük değildi. Apaçık gözlerime siper ettiğim parmaklarımın arasından seyretmekti gidişatı.
Dünün içinde birkaç günü yaşadım ben. Belki haftayı ve hatta ayı... Kendime ettiklerimi fark ettim. Ne istediğimi fark ettim. Kendi sınırlarımı silmeye başladım. Sınırların ardındaki “ben”le karşılaşıp çığlık çığlığa ağladım. Kendime inanamadım. Kendimden korktum. Ruhum vücudumu terk edip geri geldi resmen dün, hissettim. Bir süre bedenimi karşı koltuktan seyrettim. Umutlanmayı, hayal kurmayı, kendimi frenlemeyi, hayallerimden vazgeçmeyi, korkmayı, cesur davranmayı, endişeyi, açık yürekliliğimi, kendimi tutamamamı, hayal kırıklığımı, burukluğu, huzuru, özlem duymayı, sevmeyi, şüpheyi, hoşlanmayı bir gecede yaşadım. Tek telefon konuşmasında bir viraj daha döndüm hayatımda. Koca bir tecrübe edindim. Bir adam kaybettim. Bir kadın kaybettim. Kadın olduğunu zanneden bir kızla yüzleştim en sonunda. Suratına tokatlar savurmaktansa şefkatle sardım onu. İçimde bir yerlerde, düzenli soluklarla uyuyor hala.
Aynı gecede her şeyi terk etmeyi düşündüm hayatımda bilmem kaçıncı defa. Birilerine gidip “hiçbir şey sorma” deyip dizine yatmayı ve uyumayı istedim; kendime sarındım. Yıllar önce kaybettiğim huzuru buldum dün gece uykumda. Kurumuş kadar kana kana içtim o huzuru. Bu defa acı doğurmadım. Cahilliğim yüzüme vurulduğunda gülümsedim sadece. Asıl imayı en son ihtimalde düşünmüş oluşuma ve hala cahil olmama sevindim. Kendime ettiklerime rağmen hala koruma güdüsüyle yaşadığımı gördüm. Kendimi seviyorum diye kendimi korumaya çalıştığımı, birilerini bu yüzden durdurduğumu fark ettim. Suçluluk ve pişmanlık duysam da, sonrasında “iyi ki…” dedim.
Dün gece hayatımda bilmem kaçıncı defa “doğru zaman, doğru mekan” klişesiyle haklı bir “keşke” dinledim. En son yıllar önce yaşadığım ve artık hiç yaşamayacağımı düşündüğüm duygulara kapıldım.
Dün gece azgınca akan nehrimin yatağına en sonunda bir kürek daha atıp yolunu genişlettim. Dalgalarını sakinleştirdim böylece. Sonra birileri bana çok doğru zamanda bu hamleyi yaptığımı söyledi. Kendime olan inancımı geri kazandım. Lakin korkum dinmedi hala. İçimde bir yerlere korkuyla bakıyorum. Aynı şeyleri tekrar dehşetle izlemekten çekiniyorum.
Nehir, yatağın dibinden bir yerlerde bir çatlaktan su sızdırıyor ta çekirdeğime. Magmadaki kızgın sulara damla damla serinlikler akıyor. Cızıldayışları geliyor kulağıma ince ince. Magma sinirleniyor. Su, çekinse de bazen inadından vazgeçmiyor. Yakın zamanlarda çıkması muhtemel, acımasız bir savaşın keşif turları bunlar. Karşı tarafa belli etmeden güçlenen bir cephe varsa şayet, “n’oldum?” dedirtmeden basacak göz koyduğu yerleri. Ama iki taraf da eşitse hala, en çok bu savaşa mekan olan yerler acıyacak. Kimin kazanacağı da belli değilken, yine masumlar ölecek. Kimsenin de bir “dur” demeye vakti kalmayacak.

3 Şubat 2009 Salı

nedir yani?!

ne sıkıcıyım, ne tembelim. finallermiş! finalini yiyeyim! yararı olmadığı gibi zararı var bu salak olgunun. ziyadesiyle bezdirici. çok bilmişçe nasıl da inandırmış kendini gerekliliğine. uykusuzluklar, baş ağrıları ve serzenişler içinde uzadıkça uzayan üç hafta... kendini bilmez istanbul havalarında, eve gidip ders çalışmak üzere arkadaşlardan ayrılınılan sınav çıkışları ve final: dd ile inkılap tarihi dersinden kalıp gazeteci olacağına inanmak. suratına dil çıkartılıp kaçılması gereken komşunun çirkin çocuğundan ne farkı var bu işin?
tüm bu salak hengamede yaşanan ciddi olaylar... kuzen nişanlama, annenin doğum gününü kutlama, çekim yapma falan... ne derece başarılı olduğu muamma eylemler.
görülemeyen ve delicesine özlenen arkadaşlar var bir de. bunlarla bağlantılı, biralar, yemekler, kekler ve kahveler hatta. ah bir de bulunamayan sevgililer var. nişanlanan kuzenin ardından "hadi artık" dercesine atılan bakışlar ve "sana da nasip olsun inşallah" diyen teyze söylemleri var el bombasıyla havaya uçurmak istediğim. patavatsız m. var; cevapsız aramasına geri döndüğümde: "sevgili buldun mu diye merak ettim, ondan aradım." diyen, bilahare molotof kokteyli ile alev ateş yakılası.
bu ironik, karmaşık saçmalıklar ortasında histerikçe gülen ben varım. sinir krizlerimi kahkahalarla izleyen bölüm arkadaşım ö. var. büyük burunlu ve kemancı parmaklı... sınav aralarında içilen böğürtlen çayları ve ekşiyen mideler var. ben varım oralarda bir yerde. kendimi kaybettiğim ama herkeslerin kahkahalarla izlediği... zaman zaman eller var sonra sırtımda, hissedemediğim bazen ama sahiden seven ve destek veren eller.
üzülmek istemediğim için kimseye anlatmadığım kocaman gerçekler var. sonunda çok fena dağılacağım ama şu aralar hiç bu ihtimali düşünmek istemediğim gerçekler...
bense tüm bu durumların ortalaması alındığında, hayata saçma salak kulplar takan ergen kız mottoları sonucunu veriyorum. en güzide örneği görmek ister misiniz? bence istersiniz, buyurun:
"hayat şu aralar bir türlü eğitemediğim bir köpek gibi-benzetememenin dik alâsı-. halıya sıçıp duruyor. temizliyorum. yine sıçıyor. kapının önüne koyayım diyorum, aşağıdan aşağıdan mahzunca bakıyor. o kadar seviyorum ki aslında, kıyamıyorum. yüzsüzce gelip, halının ortasına yine sıçıyor."