5 Nisan 2008 Cumartesi

geçti

Bu defa hiç olmadığın kadar yoksun.
Boşluklarda asılı kalıyor bakışlarım.
Ve içim, yokluğundan daha da boş şimdi.
İşlevini yitirmiş gibi.
Çektiğim soluğun anlamsızlığı çarpıyor yüzüme.
Anlamsız, evet.
Yaşamamı sağlamıyor ya da yaşadığımı hatırlatmıyor bana.
Dram mı bu?
Duygu sömürüsü?
Senin anlayamayacağın kadar anlamlı bir şey bu.
Bunca zaman aşağıladığın onca düşüncemden daha dolu.
Komiktir ama değil mi, yine de karşımda sen varmışsın gibi konuşuyorum.
Hala sana bir şeyler anlatmaya çalışıyorum.
Seni sessizliğimle cezalandıracağıma, inatla konuşuyorum.
Varlığımın, çatlattığın yerlerinden sızan cümleler... tutamıyorum.
Tutarsam beni zehirleyecekmiş gibi.
Konuşmak bir yana haykırmak var aslında.
Ses tellerim düğümlenene dek bağırmak.
Sinsice dokundurduğun her diken için ayrı bir incinmişlikle anlatmak derdimi.
Evet, seni sessizlikle cezalandırmak yerine yüzsüzce fark ettirmek.
Hatta “al yaptığınla gurur duy” dercesine fırsat vermek sana.
Fütursuz kahkahalarına inat tüm tuzu ve sıcaklığıyla ağlamak karşında.
Sandığının aksine…
“gücüm tükendi” yerine,
“benim bir ruhum var, seninkinin yokluğuna inat!” diye kastetmek aslında.
Karşında bir ayna olmaya çabalamak.
Zıt olanı gösterip varlığını sorgulatmak.
Ruhumun, emdiğin tüm zamanlara inat, yine de var olduğunu göstermek.
Ve onun, hastalıklıca haz duyulası yokluğundan çektiği acıyı senden gizlemeye çalışmak. Yaşlardaki gururun ardına saklanmış acı..
Tuzdaki giz belki de.
Ciğerlerimi dolduramayan hava.
Anlam teşkil etmekten çoktan vazgeçmiş bakışlarım.
Rol kesen göz yaşlarım.
Ve habersiz sen.
Ruhumdaki kaçak, koskocaman yalnızlık.
Nefretin arkasına saklanmaya çalışıp kendini kandıran zavallı.
Hayale yazılmış mektup…

Hiç yorum yok: