12 Nisan 2009 Pazar

hayatımın en keyifli tesadüfü; Neon.


iki gün önceydi. emek sineması'nda festival dahilinde, şahsıma armağan edilmiş bir biletle keyifli bir film izlemiş; baharın cezbine kapılmış aheste aheste yürüyordum istiklal'de. kafamda benim dahi sayamadığım kadar düşünce vardı ki, normalde binbir türlü küfür ettiğim insanlar gibi yürüyordum o kalabalığın içinde. bu durumda, hazırlandığım sunum yüzünden gün içinde sadece 45 dakika uyumuş olmamın da yadsınmaz bir etkisi olmalıydı.
kendimin dahi varlığını unutmak üzereyken arkamdan birisi bana sesleniyordu. hem de bu ses, ruhumun en yararlı gıdası olan o senfoniydi; neon'un sesiydi. daha farkına varamadan omzumdan yakaladı beni ve işte hayatımın en keyifli tesadüfü oluyordu 4 yıldır bilmem kaçıncı defa... çocukluğumda kaybettiğim hayali arkadaşımın cismini yakalamışım gibi, yıllardır görmediğim ve çok özlediğim birine rastlamışım gibi, çölde bir vaha gibi(oldu canım!), güneşi gören günebakan gibi, neon'u gören ondine gibi sarıldım ona. saçlarını karıştırdım, yanaklarını okşadım. bir daha sarıldım. bir daha sarıldım. delirdim, çok mutlu oldum. zaten kurtarılmak üzere olan günümü gelip kurtardı birkaç dakika içinde. hatta sonrasındaki birkaç günümü de kurtardı. sonra yetişmesi gereken ama yine geç kaldığı provasına koşturdu. ben de metroma yürüdüm.
dışardan nasıl göründüğü umurumda değil, komik miyiz yapmacık mıyız bilmiyorum ama bence en çok birbirimizin yanında kendimiz olabiliyoruz. bu yüzden bunca kalabalığa rağmen benim en çok ve en tek değerlim neon'dur. bunu da söylemekten zerre çekinmem, saklayayım da mahremim kalsın, demem. zaten neon kendisinin dahi bilmediği kadar benimdir ve bu yüzden ben ne kadar anlatırsam anlatayım onu asıl tarif eden ama telaffuza gelmemiş yüzlerce cümleyle o benim mahremimdir. superman veya spiderman değildir o. gökten inmiş bir melek olamayacak kadar da dallamadır esasında. o sadece benim kahramanımdır, benim kalacaktır.
tesadüflerin gücü adına; NE-OOON!

8 Nisan 2009 Çarşamba

ve zaman ağzımıza bir parmak bal çaldı...

Bahar geldi ve bir klişe kendini yeniden doğurdu; tüm satırlar "aşk"a teslim oldu.

Bu yüzden sabahları insanların çatık kaşları gevşemeye başladı, bu yüzden sakinleşti tüm adımlar... bu yüzden ifadelerdeki gülümseyişler eskisi kadar sakil durmuyor, bu yüzden yemekhane sırasında çatallar kaşıklara vurulmuyor... bu yüzden daha çok sarılıyorlar birbirlerine tüm mesafeleri saniyeler içinde kat edip, bu yüzden olur olmaz kahkaha atmaktan çekinmiyorlar... bu yüzden yorgunluklar kovalandı çoktan ve aşılmaz sanılan yollar yürünmeye başlandı birer külah vanilyalı dondurma eşliğinde... bu yüzden tüm karşıtlıklar hiçe sayıldı da umulmaz cesaretler kuşanıp yücelir oldu insanlar değerleri için.

Bahar geldi ve umut uyandı tüm karamsarlıklara rağmen. İnsanlığın üzerindeki kir pas, kısa bir süreliğine dahi olsa, halının altına süpürüldü ve beyin kıvrımları arasındaki atıklar sıyrılıp atıldı. Bahar temizliği yapıldı bedenlerde ve kıtalarda, bulutlarda ve toprakta...

Bu yüzden yağmur daha asil yağar oldu, bu yüzden çim kokuları daha acımasızca kuşattı dört bir yanı... bu yüzden ağaçlar takınırken en güzel takılarını, çağla bademler kütürdemeye başladı dudak aralarında.

Bu yüzden ben bu aralar kahvemi sütlü içer oldum ve bu yüzden bu aralar sabah sabah kese kağıtları içindeki hormonlu çilekler bana yapılan sürprizler oldu.

Karıncalar çıkarlerken toprak altından ve boğazdan geçerken yunuslar; herkes baharın saçlarından bir tutam yakılıyor ve o tutamda keşfediyor aşkını. sonra da omuz silkip dibine kadar yaşamaya çalışıyor bu aralar...

Dünya, her uykusunda gördüğü lakin sonrasında bir türlü hatırlayamadığı o muhteşem rüyanın en tatlı yerinde ağzını şapırdatıyor bu aralar.