29 Kasım 2011 Salı

Dönüş

Aklın almaz, parmağında o yüzüğü görmek nasıl canımı yakıyor. Nasıl çileden çıkıp deliriyorum. Yerini keşfedemediğim kadar derinimde bir yerler sızlıyor.
Benimsin şu an. Her anınla, her zerrenle. Ama o yüzüğün diğer teki olamamış olmak, senin hayatında geçirdiğim 8 yılı bile bir kenara atıyor.
Bazen çok şey olursun, bazen ise hiçbir şey. Şimdi senin herşeyin olabilirim ama hiçbir şeyin olduğum zamanları anımsamak dahi yetiyor kanatmaya. Senin hiçbir şeyin olarak varolmak nasıl bir ağırlıkmış, şimdi yaşıyorum. Ya hiç gelmeseydin ve ben içinde bulunduğum ağırlığı fark etmeden yaşamaya devam etseydim. Varlığımın gerçekten bir anlamı varmışcasına tutunsaydım. Muhtemelen bir başka yüzüğün çifti olmayacaktım. Sen gelene dek içinde yaşamaya devam ettiğim o demirden kalenin içinde kendi soğuğumdan donup ölecektim. Çok boşa olmaz mıydı?
Seni beklemişim bilmeden. "olmaz" derken "olsun" diye ümit etmişim meğer. Seni dilemişim bilir bilmez. Şimdi uyandığımda seni buluyorum yanımda. Göğsümde senin adının mırıltılarını duyuyorum. Sol tarafımda, bir yerlerde, ılık ılık akıyorsun damarlarımda. Depderin bir iç çekiyorum, ciğerlerime doluveriyormuşsun gibi var oluyorum hayatta.
İyi ki dönmüşsün sevgilim, iyi ki gelmişsin. Hep beklemişim de bilememişim.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Herşey olur, herşey geçer, herşey büyür; hayat kalır.

Hevesler hep gidicidir. Pek sık konaklamazlar beyinde. Ama benim beynim, senelerdir çocuksu bir saflıkla aynı hevese ev sahipliği yapıyor. Muhtemelen Maslow haklı ki, ihtiyaçlar hiyerarşisine göre 'barınma ihtiyacı'nın bir sonucu benimkisi.
Kendime ait bir hayattan söz ediyorum. Göçebelikten ve aitsizlik duygusundan uzak. Sadece bana ait olan. Duvarlarını kendimin boyadığı, benim seçtiğim koltukların arz-ı endam ettiği, telefonuna sadece benim cevap verebileceğim bir ev. Belki bir de sevgilimin.
Neden şimdi depreşti bu? Yoruldum. Sığamadığım evlerde yaşamaya çalışmaktan çok yoruldum. Çok yoğun bir dönemdeyim. Üstelik pek de zor. Sevgili bekliyorum delicesine. Bunca sene beklediğim yetmezmişçesine. Ama şikayet etmiyorum. Çok darlandığım an o havaalanı sahnesini getiriyorum gözümün önüne, sakinleşiyorum biraz. Son 40 küsür dakikadayız, gelmesine 31 günün kalması için.
Kafayı yiyorum ben. Mezuniyet arifesinde tarifsiz telaşlar kucağındayım. Çaresizlik en son ihtiyacım olan şey ama bazen çok korkuyorum çaresiz kalmaktan.

6 Kasım 2011 Pazar

K Savaşları

Aslında blogu açarken çok kararlıydım. Çok bilmiş, çok kendime güvenerek tıkladım o doldurmam gereken boşluklara. Fakat şu an sevgilimin -evet benim sevgilimin, canım sevgilimin, resmen benim olan sevgilimin- karşımda Flamenkçe çalışıyor olması beni gülme krizlerine gark ediyor ve tükürmek suretiyle kahkaha atıyor olmam tüm ciddiyetime turp sıkıyor.

Ben aldatıldım. Çok seveceğimi düşündüğüm, gerçekten duygusal bir şeyler yaşadığımı sandığım adam tarafından göz göre göre aldatıldım. Ve sabahın 6'sına kadar ağladım. Eski sevgilime ağladım. İlk sevgilime. Ve yeni sevgilime. Sevgilime. Sabahın 6'sına kadar, 6 yıl önce ayrıldığım yeni ve de canım sevgilime ağladım.

Nasıl bir dönüştür bu, hangi kavşağın nihayetidir açıklamak imkansız. Geri dönüşlerin kabul edilmez mide bulantılarından uzak ve de zaten geri dönüş olmayan bir dönüş bu. Bizimkisi bir başlangıç. Yanlış zamanda yaşanmış bir rastlantının rövanşı.

Çok büyük aşklar yaşadım kendimce. Dinginliğe yaklaştığımı hiç bu kadar hissetmemiştim. Hayır hayır, korkma sevgili blog. Ayşe Armanlık edip nasıl seviştiğimizi filan anlatmayacağım sana. Zaten üç haftadır skype ve telefon konuşmalarıyla ilerliyor ilişkimiz, sanal seks yapacak kadar da düşmedik şükür. Bak gene Ayşe Arman'a bağlıyorum. Sustum.

Kasım'dayım. Bir ilişki henüz bitmişken bir başkasına yelken açmak/açabilmek "herşey yolunda, hayattayım" mesajıymış. Çok sevdim bu çıkarımı. İşime geldiğinden değil, kurmayı beceremediğim bir cümleyi kuruyor olduğundan. Aman neyse, nitekim Kasım'da aşk başka filan değil aga. Yalan o. Aşk Kasım'da da aşk, Nisan'da da. Oğlum uzak mesafe ilişkisi sarsıyor beni. Ya da yetiştirilecek bunca iş varken, ben sırf iş olsun diye bu tuşları dövüyorum diye yakıyorum devreleri.

Bu yazının başlığını neden K Savaşları koyduğumu unuttum. Normalde yazımı yazar sonra atardım başlığımı. Bu defa o kadar kararlı geldim ki, önce başlığı attım ama yazının sonunda da unuttum. Hep bu Flamenkçe.

Hah! Kasım, kalem, kağıt, klavye, kitap. Üstelik 'kurban' bayramı. Tabii ki 'K Savaşları' olacaktı adı! Yazılacak bir tez girişi, bir dergi haberi, bir kitap incelemesi, bir haber analizi ve elden geçirilmesi gereken bir senaryo. Bilgisayar başında geçen saatler. Çaresizce özlenen -ama yıllardırcasına özlenen- bir sevgili, geçmesi beklenen 40 gün ve her gün tekrar tekrar canlandırılan hava alanında buluşma sahnesi. Uykusuz geceler, uyanılamayan ve ancak akşam başlanabilen günler. Ayşe Arman olmayayım derken depresyon abla oldum. Öte yandan bunca senelik çelik ablalığın üzerine inanılmaz duygusal şeyler düşünür oldum.

Şimdi bir Bülent Ortaçgil şarkısı çalıyor kafamın içinde acıklıca: "bu tez hiç bitmeeez..."