9 Ocak 2008 Çarşamba

ruhun çıkmazındaki kayıp

Giden, geri kalanın içinde koskoca bir boşluk bırakmış kendinden hatıra. Öyle bir boşluk ki, tüm varlığımı salsam yine de dolduramazmışım gibi geniş. Büyük. Dipsiz belki. Dehlizleri keskin hem de. İçinde boğuluyorum. Doldurmaya çabaladığım o boşluk her zerremi emiyor. Nefesimi tıkıyor. Canımı yakıyor. Kim bilir, kanatıyor bile haberim yokken açtığı yaraları. Acımasıca yapıyor bunu hem de. Ve bir de 'o' da haberdar değil ettiklerinden. Belki de gözünü karartıp gittiğinde çoktan kapatmıştı bu hesabı. Paslı iğnelerle derinine derinine oyduğu o ruhun karanlık boşluklarından zaten haberi yok, çok belli. İşin kötüsü ya, ruhun da haberi yok bundan. Anlamlandıramadığı sızısını görmezden geliyor. Derdi olan, o boşluklara zerrelerini harcayan zavallı. Dolduramadığı karanlıklarda ışığını kaybetmekten dahi çekinmeden canının yanmasına sesini çıkartmıyor. Kurban gibi karşı koymasızca emdiriyor karanlığa kendi ruhunu. Hiçbir zerresinin dolduramayacağını bildiği o karanlığa boyun eğiyor giderek. Tükenmeye razı. Yaşanmış bunca acının gerçekliğine inat önce kendi ışığını yitiriyor, aydınlığıyla doldurmak için daldığı karanlıklarda. Yaralarına bastırmadan kanı dursun diye, sessizce ufalıyor boşlukta. Farkında bile değil kimse. Ufalıyor. Yok oluyor. Yine de inandığı mağruriyetini bırakmıyor. Giderken o da bir boşluk açar mı bilmiyor. Ama daha fazla yaralamak istemiyor ruhu. Susuyor. Kabulleniyor.. elinden hiçbir şey gelmiyor! İçinde yok olduğu karanlığa bir damla göz yaşı bırakıyor. Bir de kendi karanlığından bir tutam daha karanlık.. kendi ışığını da yitiriyor. Elinden hiçbir şey gelmiyor işte. Pes etmekse pes etmek! Gitmesi gerektiğine inanıyor. Gidiyor.

Hiç yorum yok: