tag:blogger.com,1999:blog-32935083686599946172024-02-18T17:52:43.281-08:00İllet-i GüzideUnknownnoreply@blogger.comBlogger68125tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-69999792941155241912012-07-10T00:58:00.001-07:002012-07-10T00:58:19.822-07:00Bir başlıksa tek eksiği, eksik kalsın boşverBiz. İki kişi, üç kişi, dört kişi... Yaşadıkça, azaldıkça, silkelendikçe çoğaldık. Toparlanamayacağımızı düşündükçe birbirimizin koluna sarıldık, ayağa kaldırdık, ayağa kalktık.<br />
<br />
Yaşayacağımızı acı acı kabullendiğimiz bir gün vardı. İdamı bekler gibi beklediğim. Bu kadar çaresiz olmanın anlamsız olduğu ama kendimi nasıl hazırlayacağımı bilemediğim. Yanıma bir maneviyat aradım. Delirmiştim, yanımda duracak birileri olsun diye. Salaklığımı o gün gelip çattığında fark ettim. Öylesi bir kalabalık vardı ki zaten yanımda. İlla sıfatının 'sevgili' olacağı bir adam değildi benim ihtiyacım. Hatta benim ihtiyacım bu değildi. Gözlerimiz buluştuğunda gülüştüğümüz onca insan... Birbirimize sarıldığımızda tüm kötü enerjiyi yitirdiğimiz, renklenip şenlendiğimiz. İlla birisinin ellerini tutmam gerekmiyormuş. Yanımda durduğunu bildiğim o insanlardan birisine gülümsemem yetiyormuş. O gün anladım. O anın orta yerinde. Öncesindeki günler boyunca ne yapacağımı kara kara düşündüğüm o anın göbeğinde fark ettim sahip olduğum refahı. O gün geçti. Hayatımızın en güzel günlerinden birisi olarak kaydoldu hatrımıza üstelik.<br />
<br />
Sonra bir an geri çekilip baktım yaşadıklarımıza. Ne çok omuz omuza ağlamıştık. Şakaklarımıza çaresiz öpücükler kondurmuş, sinirden avuçlarımızı tırnaklamış, yeri geldiğinde sadece birbirimize destek olmak için ayakta durmuştuk. Ölümler yaşamış, ayrılıklar görmüş, kavgalar etmiştik. Bazen birbirimize çok kızıp aylarca susmuştuk ama dönüp dolaşıp yine kendimize varmıştık. <br />
<br />
Bir son ve bir başlangıçtı o gün. Herkes oradaydı. Sevdiğimiz ve gerçekten sevmediğimiz tüm insanlar. Bir Kusturica ya da Özpetek filmi karesiydi o an hayatımız. Düğün ve cenaze bir arada. Zaman mehvumu çoktan yitmiş, mekan sorgulamaya değmez olmuş. Biz oradaydık ve koskoca bir kalabalıkta birbirimize bitişmiş ayakta duruyorduk. Gerçek olmasını kabul etmek istemediğimiz sancılarda "rüya görüyoruz, di mi?" sorusuna çaresizce kafa sallayan dostlarla beraber kahkaha atıyorduk şimdi. Yaralarımızı yalamış, bir nebze daha kapatmıştık. Yalnız kalsak beceremeyeceğimiz kadar başarılı bir şekilde toparlanmıştık üstelik. <br />
<br />
Aşk sandık, aldatıldık. Korktuk, pişman olduk. 'Keşke' diyecek olduğumuzda birbirimizin ağzına vurduk 'iyi ki siz vardınız'a döndürdük o muhtemel nedametleri. Uzaklara kaçırdık birbirimizi. Birbirimizin ailesi olduk, kardeşi olduk, ikizi olduk, bazen sevgilisi olduk...<br />
<br />
Sonra kabul ettim ki hayat böyle geçecek. Biz daha çok sarsılacak, düşecek, darma duman olacağız. Ama hiçbirimiz diğerine "ah be" demeyecek, "ben sana demedim mi" diye çıkışmayacak. Fırsat beklemeden koşacak yanıma. Kolundan tutup çekecek, kaldıracak. Hatta hayatın yanımıza katacağı diğer insanları def edip yalnız başına em olacak. Tek başına taşıyacak omuzlarında. <br />
<br />
Bizim hayatımız aynı dert yüzünden ayrı yataklarda uykusuz kalarak geçecek. Ucu bize dokunmayacak sıkıntılara bile ağlayarak, sırf diğerinin canını yakıyor diye. <br />
<br />
Yara izlerimizden bitişiyoruz birbirimize. Olur da ayrılmaya kalkışırsak o yaralar tekrar açılacak, kanayacak. Ama biz bunun korkusundan değil, cümlelere sığdıramadığımız, kuramadığımız şeyler yüzünden kaynıyoruz birbirimize. <br />
<br />
Bir süredir buradayız. Daha da buralarda olacağız.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-88968452892268323832012-05-15T06:07:00.001-07:002012-05-15T06:07:49.749-07:00Temmuz'dan ve sönmüş bir öfkeden kalma...Kadıköy vapuru. Temmuz'dan ılınmış bir akşam üzeri ve tuz kokusu. Mungan'a dayamışken kağıdımın sırtını, kalem kendi arzusuyla eyleme geçiyor.<br />
'Seviyorum' diyemiyorum. Karanlıkta da değil, güzel bir labirentte kayboluyorum. 'Neden?' diyor, 'nedeni yok diye' diyorum. Gülümsüyor. Karanlıkta gözlerimizi arıyoruz. 'Seviyorum demekten korkuyorum' diyor. Korkuların yersiz olduğundan bahsetmiyorum bile ona. Biliyorum, sevse korkmaz aslında. Susuyorum. Öpüyorum belli belirsiz. Gülümsüyor, 'ahh çocuk...' diyor. Sonra mumlar sönüyor. Ve bir akşam üzeri güneş, Kadıköy vapurunda yeniden doğuyor üzerime.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-22351479636937510142012-04-20T05:57:00.003-07:002012-04-20T08:20:57.180-07:00TekinsizHer şeyi toparlıyor, birçok şeyi iyileştiriyor olabiliriz. Sızıları hafifletiyor, yaraları yalıyor olabiliriz. İzleri gizleyemiyoruz. Vazgeçemiyoruz. Bazen seni çirkin gösterebilecek boyuttaki bir izi suratının ortasında gururla taşıyabilirsin. Hiç gocunmadan, çekinmeden, söylenmeden.<br />O kafaya geldik biz de sanırım. Olanları insanlara anlatırken, kapıldıkları şaşkınlık karşısında biz korkunç keyifli kahkahalar atabiliyoruz. Gülerken birbirimizin üzerine devrilip "iyiyiz, iyi" diyebiliyoruz. Peki böyle mi sürüyor? Gerçekten bu denli iyi olabilecek kadar geçti mi? Hayır. Geçse bu kadar sert atmayız kahkahaları. Bağırarak vermeyiz hayatta olduğumuz mesajını. Sakince, olduğumuz yerde yaşarız sadece.<br />Şimdi iyiyiz deyip, karşımıza çıktıkları yerlerden varlıklarını temizliyor, artıklarını ateşe atıyoruz. Belki de yırtıp paramparça ediyoruz. Sosyal medyadan uzak duruyoruz, haber almak, haber duymak istemiyoruz. Yıkılmayız biliyoruz ama "artık yeter" diyoruz. Merak etmemeyi öğrendik, alışkanlık haline getirmeye çalışıyoruz.<br />Yerli yersiz içimize çökmekte olan o buhranlar gideli çok oldu. Lakin arkalarında casuslar bırakmışlar, ummadığımız zamanlarda ummadığımız yerlerde yakalanabiliyoruz. Ofis köşesi, yatağın altı, bir bira bardağının dibi.<br />Anı temizliyoruz. Anıları yakıp yok ediyoruz. Kendimizi anlamsızlığın koynuna atıyor, "koy dötüne" diyoruz. Nereye gidiyoruz belli değil. İyiye mi, nereye... Hiç belli değil.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-9018679407622450972012-04-11T06:41:00.005-07:002012-04-11T07:19:47.545-07:00Uzun 'Tek Başıma'lığımın İlk SatırlarıBu şarkıları o kadar uzun süredir mutlu mesut dinliyordum ki alt metinlerindeki hüznü görememişim. Şimdi çalan her melodi, neredeyse Jehan'ın ağzından çıkan her söz gelip göğsüme oturuyor.<div>İçmeyi denedim geçer diye. Geçmedi, daha da ağırlaştı. Daha "şimdi olur olmaz karşılaşmalar başlayacak" cümlem bitmemişken karşıma çıkıverdi. Ah gözünü sevdiğim Murphy! </div><div>İlk gün ağladım. Belki de işi anırmaya vardırdım. Sonra sustum. Sıçtığımız noktadaydık işte. Susuyordum. İçime ağlamaya başlamıştım ve ölümün eşiğinde dolaşıyordum. Bu kadar mı canı acır insanın? İnanılır şey değil.</div><div>Sen daha söylenedur 'bu kadar söz vermiş, bu kadar dilek dilemiş, bu kadar çok istemişken neden?' diye; o çoktan tuttuğu dilekleri, verdiği sözleri unutmuş, seni de hayatının her köşesinden hızla silmiş, 8 yıldır değil de 8 gündür varolmuşsun gibi hayatına devam eder. Senin sorduğun sorular beyin duvarlarında yankılanıp sana geri döner, yanıtsız ve buz gibi.</div><div>Oysa ki ne kadar da iyi biliyordun gidişlerini, çok iyi ezberlemiştin bu oyunu. Hani hep aynı filmdi, neden sarsılıyorsun? Çünkü bu defa çok başkaydı. Tabii ki başkaydı, yandı mı hiç canın bu kadar?</div><div>Acının suratında resimler çizmesidir bu durum. Konuşmana gerek kalmaz. Zaten konuşamazsın, gözlerin dolar. Ağlayacak olsan dert değil de... yutamadığın bir şey varmış gibi gırtlağından ses çıkmaz, gözlerin yaşarır boş yere. Nefes alırken bile sızlar insanın hücreleri.</div><div>Ofiste insanlar gözünün içine bakar ağzından tek bir kelime çıksın diye. Onlar da korkarlar bir şeyler olacak diye. Sen biraz daha susarsan öleceğini sanırsın ve tuvalete kaçıp ağlamak istersin. Bağıramadıkça gelmez yaşlar, etine saplanmış bıçağı olduğu yerde çevirmiş ama çıkaramamış olursun.</div><div>Bir de bahar bu aralar hiç senden yana değilse terk edildiğin sabah yağmuru indirir başından aşağı. Peşinden göndereceği kara bulutlar en az 3 gün tepende dolaşacaktır ve senin rengin de griye dönmeye başlayacaktır. </div><div>Telefonda 'ne bu kadersizlik, yakıcam artık herkesi!' diyen çocukluk arkadaşına iki hıçkırık arasında 'ben sadece mutluluk istedim, bu kadar mı zor' deyişini anımsayıp kendine acırsın.</div><div>Bir de diğer yandan çenenin açılmasından korkarsın. Acının sakinliğinden uzaklaşıp nefret etme yeteneğini geri alabilmek için her önüne gelene çatır çatır konuşmaya başlarsın. Sonrası 'hasiktir napıyorum ben?' Ben susabildiğim, sakin olabildiğim zamanları severim. Çok canım acır, kafayı kırarım ama kendimden ödün vermemiş olurum. </div><div><div>Ağlamamak çok tehlikeli. Ağlamak lazım. O zehiri atmak gerekiyor. Sonra kendi kendine konuşmaya başlıyorsun. Sonra sağdan soldan canını acıtacak şeyler yakalayıp kendini yakıyorsun. Bir önceki blog yazını okuyup kendi mutluluğuna sinirleniyorsun. 'Gerizekalı, bok vardı de mi?' diyorsun. Gideceğin konserleri bile anımsayıp lanet edebiliyorsun.</div><div>En fenası maniğe bağlamış olmak. Bir saat evvel elin ayağın soğuyorken üzüntüden, bir anda kendine geliverişin. Kollarını kıvırıp güçlü pazılarını gösteriyorsun acına. Tepkisizce bakıyor, içinden 'birazdan dönüp yine sabaha kadar sıçıcam ağzına, ne bu havalar?' diyor. Dediğini de yapıyor. Bileklerinden tekrar giriyor vücuduna, göğsüne sürtüne sürtüne karnına iniyor ve orada birikiyor da birikiyor.</div></div><div><br /></div><div>Bu arada, insanın ciğerleri titrer mi acıdan?</div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-75573056867851450642012-04-08T23:40:00.001-07:002012-04-10T06:27:05.933-07:00Bir bahar terk edilişine daha...Hep sonsuza kadar kalmak üzere gelirsin sen. İşin ilginç yanı karşı tarafı da inandırırsın buna. Ama sonra mutlaka gidersin. Benim hıyarlığım, geçen bunca seneye rağmen bunu anlamamkta ısrar edişim. İnanmak falan değil, bildiğin ısrar benimkisi. 8 yıllık bir dejavunun bir 8 Haziran'da başlayıp, 8 Nisan'da sona ermesidir bu yaşanılan.<div>Aynı can acısı, aynı gidiş. Gözyaşlarımdaki tat bile aynı. İçime oturan o kara bulut, buhran...</div><div>Terk edilip bir yağmurla sabaha uyanmak, yine bir başka tekrar. Uğursuz bir yılın eylemlerinden vazgeçmemesi. Uyumsuz bir ruhun eylemlerinden vazgeçmemesi. Akılsız bir başın asla akıllanmaması. </div><div>Canımı daha da acıtan, ama bir o kadar da hafifleten senin beni hayatından çıkarma şeklin. Birkaç fotoğraf silmek, listenden çıkartmak, artık bir ilişkiye sahip olmadığını ilan etmek. Ha bu arada zahmet edip bir de bana haber vermek, yine aynı mecralardan.</div><div>Bu gidişinin bile bir örneğini ben geçen 8 yıldan anımsıyorum. Aynı bu şekilde bir kez daha gitmiştin. Kim bilir benim bilmediğim kaç gidişin daha vardır senin böyle. </div><div>Nefret etmeyeceğim, çok yoruldum seni sevip sevip nefret etmekten. Ama muhtemelen sen nefret edeceksin. Ben bu sabah kendimce fişi çektim ya. Sana eşyalarını bırakıp "babaannemi haklı çıkarttın" deyip gittim ya. Sevmezsin sen beni artık. Yolda gördüğünde geçer gidersin. Ezberledim artık. </div><div>2 yıldır aldattığım yalnızlığıma dönüşüm elbette ki sancılı olacaktı. Şimdi ona naz yapma, beni kucaklamasını bekleme zamanı. </div><div>Çok unuttum ben yalnız kalmayı. Böylece ortada kaldım.</div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-69462397143093863782012-03-12T09:03:00.002-07:002012-03-12T09:59:52.743-07:00eleştiri yazmışım bir ara.... Barış der ki mesela, insanlar eğitim aldıktan sonra oyunculuk yeteneği edinebilir. Ama ben derim ki mesela, hayır! Oyunculuk ruhsal bir problemdir. İnsanlar bununla doğar. Sonradan bünyeye aşılanabilecek bir şey değildir bu. Bak sen oyuncusun, sana verilen senaryoda senin Osman olman gerekiyorsa sen Osman olursun. Ama doğuştan bu hastalığa yakalanmamış olanlar yani eğitimden sonra kabiliyet edindiğine inananlar 'Osman' rolü yaparlar. (...)Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-88578006667598219822012-02-21T15:08:00.001-08:002012-02-22T09:57:23.625-08:00Kış ve iki ihtimal. Tekine methiye.Kış kime ne ifade ediyor bilmem. Kime ne getir, benim hiç haberim yok. Tek fark edebildiğim, benim için iki ihtimalden ibaret olduğu ve ikisinden birisinin mutlaka yaşandığıdır.<div><br /><div>Ya depresyondur. </div><div>Geceler bitmez, gündüzlere hasret yaşanır. Markete süt almaya gittiğinde dahi küfürlerden ağzın dolar. 3'ten erken uyanılmaz, o malum hırka sırttan çıkarılmaz. Mutsuzluk göz altı torbalarında birikip göz pınarlarından taşar. Anlam aramaya gerek kalmaz, anlam aranmaz, anlamsız kalınır. İşe yaramaz hissedilir, ki mutlaka öyledir. Pilavlar tutmaz, kahvelere süt karışmaz. Olması muhtemel tek güzel şey bir avuç kardır, onda da adam olup dışarıda bir-iki kar topu yuvarlamazsın. Ders kaçırır, sınav kaçırır, dönem kaçırır, gün kaçırır, insan kaçırır... Uyumaktan, oturmaktan ve de özellikle söylenmekten kıçın kocaman olur. Mutsuzluk lokomotif kesilir ve peşinden sana dil çıkartarak etrafından dolanan binlerce absürd mutsuzluk vagonu sürükler. Sen dünyanın en gerizekalı depresifi olarak saçma sapan televizyon programları karşısında çürütürken ömrünün güzide vakitlerini, dışarıda hayat akar. İnsanlar koşar, uğraşır, sinirlenir, gülümser. Kışa lanet ederler belki de ama yaşamaktan taviz vermezler. </div><div><br /></div><div>Ya da malumatfuruşluk, kalem, kağıt, kitap ve hatta gözlüktür kış. </div><div>Uzayan abajur ışıkları altında yazılmış notlar, mektuplar, karalanmış denemelerdir. Yazamazsın sandığın tezlere karaladığın ilk cümlenin sonunun gelmeyişidir. Yapılacak bir dünya işinin olması, yetişmeye çalışırken tutulduğun sırt ağrılarıdır. Cebindeki paranın azlığına, okunacaklar listenin kabarıklığına ve hatta bir an evvel nihayete ermesi gereken tezine inat gidip bir Barış Bıçakçı kitabı almak ve onu sabaha kadar bitirmeye and içmektir. Üşüsen de söylensen de bulduğun ilk sıcak kuytuda gülümseyebilmektir. Erkenden kararan havalara inat, günlerin uzayacağını sabırla bekleyebilmektir. Uykunun ensene bastırmaktan vazgeçmediği ağır tokmağını elinle itebilmek, uyandığın her geç sabahtan vicdan azabı duymaktansa "yarın daha az uyurum" diyebilmektir. Kar yağdığında kara dokunabilmek, dokunmayı istemektir. Pilavların tane tane olması kadar dibi tutmayan çorbalar, çiğ kalmamış soğanlardır. Depresyon canavarının yedirdiği tüm zararlı şeylerden arınmak istercesine bitki çaylarında, meyvelerde ve sebzelerde, saatleri belirlenmiş yemeklerde kaybolmaktır. İnadına gözüne sürme çekebilmek ve uykulu gözlere gülümsemektir. Günün aydınlığı dolarken mutfağa, demliğe koyduğun çay ve kahvaltı için kapıya dayanan sevgilinin biricik varlığıdır. Isıtmayacağını bildiğin güneşin altında, giremeyeceğini bildiğin denizin kıyısında, nemli kumlara bot izleri bırakmak ve birkaç güzel fotoğraf çekmektir. Belki de kıçının donmasına aldırmadan orada oturup ekşimsi bir şarap dipleyebilmek. Tüm boktanlıklara rağmen metin olmak mecburiyetidir kışın ikinci ihtimali. </div><div>Depresyona kafam girsin, sana bir şey olmasın ey güzide ruh halim!</div><div>Yaşlanıyorum. Başka çarem yok, bu böyle. Gittikçe kaybedecek vakitler azalıyor. Kışın bana getirdiği ihtimaller azalıyor. Şikayetçi olmak üzerime vazife değil. Kalemimin belini kırmaktan başka bir yükümlülüğüm yok bu aralar. Geceler, gündüzler birbirine karışmışsa nolmuş, d<span style="font-size: 100%; ">ert mi? </span></div><div><span style="font-size: 100%; ">Cemre düşmüş, ne ala. Kış bite dursun. Tekrar gelişleri tek ihtimalli olsun. </span></div></div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-2596596025495806422012-01-26T15:43:00.000-08:002012-01-26T15:58:46.858-08:00Peki ya bir kış gecesi sıkılırsa içim?Kar beklenen kara bir kış gecesi. Fonda Nick Drake çalıyor olması, tüm akşam babamla gülüşerek muhabbet etmiş olmam hiçbir şeyi hafifletmiyor. Profiterol bile iyi bir sebep değil.<div> İçimde verdiği hissiyatı anımsamak istemediğim berbat bir huzursuzluk var. İç organlarımın gövdeme sığmıyormuş hissi ya da nefesimin ciğerlerimi doldurmadığı sıkıntısı... <div><div> Devasa bir yük gibi bastıran uyku ama buna ilginç bir şekilde direnen beynim.</div><div> Bu huzursuzluğun adresi çok belli. Sahip çıkmaktan korkmadığın bir sevgilinin varlığı. Daha doğrusu sahip çıkmak için hiçbir çaba sarf etmene gerek kalmadan benimsediğin bir sevgili. Ruhuna sinsice sızan. Bu yüzden verdiği sıkıntıya gerçekten şaşırabildiğin... </div><div> Çocuktuk. Çok saçmaydık. Her sonumuz kötüydü bizim. Buna rağmen gidemedik birbirimizden.</div><div> Ona dair hissettiğim o kadar çok şey çocukluğa aitmiş ki, böylesi büyük bir sıkıntı şimdi gözümde canlanan silüetimize büyük geliyor. </div><div> Onu kaybetmekten hep çok korktum. Meğer hiç bu kadar endişelenmemişim. Bunca senedir olmamasına rağmen son birkaç ayda "hep burada olacakmış" fikrine delicesine kapılmışım. </div><div>Çok alışmışım bana kendimi hep iyi hissettirmesine. Deli gibi şaşkınım bu yüzden beklenmeyen bu poyraza.</div><div> Dışarda beklenen kar benim içime yağıyor şimdi. Hissediyorum. An be an doluyor ciğerlerime ciğerlerime o buz zerrecikleri. Giderek donduruyor ve şeffaflaştırıyor beni.</div><div> Bunca kısa süreye bu kadar adamı sığdırabildim de nasıl bu kadar kısacık ana bunca yılın endişesini tıkıştırdım aklım almıyor.</div><div> Bu işin en kötü yanını keşfettim şu saniyede: sevmediğinden daha çok sevmiyorsun belki de, olamadığından daha çok aptal olabildiğin muhakkak. </div><div> Aptallık dehlizlerinin en ürküncünde yüzüyorum saçma salak.</div><div> Nasıl şarap lazım şimdi, nasıl şarap...</div></div></div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-87867159742998420242012-01-18T05:03:00.000-08:002012-01-18T08:23:20.145-08:00geçmişten kalma<p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " >Seninle mevsimlerimiz hiç uyuşmadı sevgili.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Zaten bu yüzden anca iki bahar görebildi yüreklerimiz beraber.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Onda dahi ne ızdıraplar çektik.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Sen hep derdin oysa inatla: “<i>yazı kışı olmaz sevdanın</i>”.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Ama işte tutmuyordu bizim mevsimlerimiz.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > <o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Sen, benim hasat zamanımda yağdırıyordun yağmurlarını. <o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Ben, güneşimi naza çekip küstürüyordum seni.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Sen, ‘nadas’ deyince açtırıyordum inadına. <o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > <o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Rüzgarlarımız hep çatıştı bizim. <o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Bu yüzdendi fırtınalarımız, kasırgalarımız, amansız sellerimiz.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > <o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Benim baharım geldikçe, karlar yağardı senin omuzlarına.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Ve kardelen benim iklimime ait değildi asla.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Bu yüzden benim baharlarım senin karlarına dayanamazdı, ölürdüm.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " ><o:p> </o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Sonra an gelir ben yağardım. <o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Ben yağdıkça, sen gürler…<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Ve ben şimşek olur çakardım.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > O kadar kızar, o kadar çakardım ki; ağaçlarını yakardım.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Sonra daha çok yağardım. <o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Senin gürültünü bastıracak kadar çok…<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Çiçeklerini öldürürdüm en sonunda.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Çürürlerdi.</span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " ><o:p> </o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Biz seninle farklı kıtalardık sevgili.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > İklimlerimiz, mevsimlerimiz birbirine hiç uymazdı.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > <o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Ben, seni yalancı baharlarla kandırır, çiçek açtırırdım.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Sen, benim meyvelerimi dondurur, buzlarınla yazımı taşlardın.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > <o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Bazen öyle çok yağardın ki beyaz beyaz, baharlarımda nehirlerim olup taşardın.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > <o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Dördünde bir güzlerimiz buluşurdu anca.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Birbirimize sarılıp ağlardık o zaman da.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Beraber rüzgar olup, aynı yönden eserdik.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Ama biz güz olunca tüm ağaçlar dökerdi yapraklarını.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Gökler, en sarıları, en kırmızıları kuşanırdı.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Belki de bu yüzden kalamazdık bir arada.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Ve belki de bu yüzden iki güz dayanabildik sadece birbirimize.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " ><o:p> </o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Biz, birbirimizin tüm çiçeklerini soldurduk, kuruttuk, çürüttük.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Ağaçlarını devirip meyvelerini dondurduk.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Hiç yağdıktan sonra güneş olup açmadık.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Bu yüzden hiç gökkuşağımız da olmadı bizim.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > <o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Aynı anda bir mevsim olmaya çalışmadık hiç. <o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Olduğumuz zamanlarda da hiç sevmediler bizi.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Hep yalnız bıraktılar.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Hiçbir ağacımız çiçeklenmedi.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Aksine, yapraklarını döktüler.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " ><o:p> </o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > ‘<i>senle ben doğu-batı</i>’ydık.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > ‘<i>dünya yuvarlak</i>’tı ve biz birbirimizi kovaladıkça doğuyordu güneş.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Kavuştuğumuzda ise kıyamet kopuyordu.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Bu yüzden sen aya dönükken yüzünü, ben güneşe bakmak; sen geldikçe peşimden, ben kaçmak zorundaydım.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " ><o:p> </o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > Ve işte sevgili;<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 10pt; " > <i>En sonunda senin rüzgarların benim yağmurlarıma uymadı…<o:p></o:p></i></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-size: 10pt; " ><o:p> </o:p></span></i></b></p> <p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-size: 10pt; " > <o:p></o:p></span></i></b></p> <p class="MsoNormal" style="margin-left:72.0pt;text-indent:36.0pt;mso-pagination: none;mso-layout-grid-align:none;text-autospace:none"><b><i><span style="font-size: 10pt; " ><o:p> </o:p></span></i></b></p> <p class="MsoNormal" style="margin-left:252.0pt;mso-pagination:none;mso-layout-grid-align: none;text-autospace:none"><b><i><span style="font-size: 10pt; "><span >On bir mart/Çarşamba/iki bin dokuz</span><span style="font-family: 'Courier New'; "><o:p></o:p></span></span></i></b></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-32483287008192846492012-01-07T15:40:00.000-08:002012-01-07T15:41:40.105-08:00Jehan Barbur 'Öylesine' derse ve ben sevgilimi gönderirsem 3 bin kilometre öteye...Daha bu sabah kucağımda böyle uyuyor oluşun, bir gece önce senin göğsünde böyle uyuyor oluşum, senelerdir değişmeyen çocukluk kokun, bir cumartesi gecesi seninle bira içmek, rengarenk zarflar içinde gelen mektuplar, sarhoş olup kucakta tuvalete taşınmak, gökyüzüne beraber dilek fenerleri salmak, aylar sonra o kapıdan çıkışını bekleyip boynuna atlamak... bence ben seni ne kadar seveceğimi biliyormuşum da o yüzden seni sevmemek için bu kadar direnmişim ama iyi ki yenik düşmüşüm.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-2577936933204370042011-12-30T14:11:00.000-08:002011-12-30T14:17:40.370-08:00Yeni bir yıl ve 60. kayıtGeçen seneki yazımı anımsıyorum. Her şeyin çok yolunda gideceğinden pek emin bir halim vardı. İnsanların sevinçle eski yılı göndermelerine atarlanıp duruyordum. Pek malumatfuruştum.<div>Şimdiyse daha dinginim. Kimseye kızmıyorum. Her şeyin iyi olacağına dair umudum yok fakat bu her şey boktan olacak demek değil. Daha dün bir sürü insan 'yanlışlıkla' öldürülmüşken yeni yıl geliyor diye sevinçten zıplamak gerçekten hiç mümkün değil. </div><div>Bu işin başka bir boyutuysa, diğeri de benim büyümüşlüğümdür. Son anda hayatıma girivermiş sevgilimin varlığıdır. İne çıka giden yolların düze inmesidir. Monotonlaştığım anlamına mı gelecek bu, henüz bilmiyorum. Tek bildiğim, çok şey beklememeyi öğrendiğim. Böylece tadımın kaçmayacağını, mutsuzluğa o kadar da kolay düşmeyeceğimi biliyorum. </div><div>Bordo oje, mum, kırmızı şarap, sevgili. Yeni yıl böyle gelecek bana. </div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-45697428350451540262011-11-29T06:52:00.000-08:002011-11-29T07:40:38.068-08:00DönüşAklın almaz, parmağında o yüzüğü görmek nasıl canımı yakıyor. Nasıl çileden çıkıp deliriyorum. Yerini keşfedemediğim kadar derinimde bir yerler sızlıyor.<div>Benimsin şu an. Her anınla, her zerrenle. Ama o yüzüğün diğer teki olamamış olmak, senin hayatında geçirdiğim 8 yılı bile bir kenara atıyor. </div><div>Bazen çok şey olursun, bazen ise hiçbir şey. Şimdi senin herşeyin olabilirim ama hiçbir şeyin olduğum zamanları anımsamak dahi yetiyor kanatmaya. Senin hiçbir şeyin olarak varolmak nasıl bir ağırlıkmış, şimdi yaşıyorum. Ya hiç gelmeseydin ve ben içinde bulunduğum ağırlığı fark etmeden yaşamaya devam etseydim. Varlığımın gerçekten bir anlamı varmışcasına tutunsaydım. Muhtemelen bir başka yüzüğün çifti olmayacaktım. Sen gelene dek içinde yaşamaya devam ettiğim o demirden kalenin içinde kendi soğuğumdan donup ölecektim. Çok boşa olmaz mıydı?</div><div>Seni beklemişim bilmeden. "olmaz" derken "olsun" diye ümit etmişim meğer. Seni dilemişim bilir bilmez. Şimdi uyandığımda seni buluyorum yanımda. Göğsümde senin adının mırıltılarını duyuyorum. Sol tarafımda, bir yerlerde, ılık ılık akıyorsun damarlarımda. Depderin bir iç çekiyorum, ciğerlerime doluveriyormuşsun gibi var oluyorum hayatta.</div><div>İyi ki dönmüşsün sevgilim, iyi ki gelmişsin. Hep beklemişim de bilememişim. </div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-36057621967504642582011-11-14T08:28:00.002-08:002012-02-23T08:33:38.085-08:00Herşey olur, herşey geçer, herşey büyür; hayat kalır.<div>Hevesler hep gidicidir. Pek sık konaklamazlar beyinde. Ama benim beynim, senelerdir çocuksu bir saflıkla aynı hevese ev sahipliği yapıyor. Muhtemelen Maslow haklı ki, ihtiyaçlar hiyerarşisine göre 'barınma ihtiyacı'nın bir sonucu benimkisi.</div><div>Kendime ait bir hayattan söz ediyorum. Göçebelikten ve aitsizlik duygusundan uzak. Sadece bana ait olan. Duvarlarını kendimin boyadığı, benim seçtiğim koltukların arz-ı endam ettiği, telefonuna sadece benim cevap verebileceğim bir ev. Belki bir de sevgilimin. </div><div>Neden şimdi depreşti bu? Yoruldum. Sığamadığım evlerde yaşamaya çalışmaktan çok yoruldum. Çok yoğun bir dönemdeyim. Üstelik pek de zor. Sevgili bekliyorum delicesine. Bunca sene beklediğim yetmezmişçesine. Ama şikayet etmiyorum. Çok darlandığım an o havaalanı sahnesini getiriyorum gözümün önüne, sakinleşiyorum biraz. Son 40 küsür dakikadayız, gelmesine 31 günün kalması için. </div><div>Kafayı yiyorum ben. Mezuniyet arifesinde tarifsiz telaşlar kucağındayım. Çaresizlik en son ihtiyacım olan şey ama bazen çok korkuyorum çaresiz kalmaktan. </div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-16119764819099621202011-11-06T17:21:00.000-08:002011-11-06T17:38:14.873-08:00K SavaşlarıAslında blogu açarken çok kararlıydım. Çok bilmiş, çok kendime güvenerek tıkladım o doldurmam gereken boşluklara. Fakat şu an sevgilimin -evet benim sevgilimin, canım sevgilimin, resmen benim olan sevgilimin- karşımda Flamenkçe çalışıyor olması beni gülme krizlerine gark ediyor ve tükürmek suretiyle kahkaha atıyor olmam tüm ciddiyetime turp sıkıyor. <div><br /><div>Ben aldatıldım. Çok seveceğimi düşündüğüm, gerçekten duygusal bir şeyler yaşadığımı sandığım adam tarafından göz göre göre aldatıldım. Ve sabahın 6'sına kadar ağladım. Eski sevgilime ağladım. İlk sevgilime. Ve yeni sevgilime. Sevgilime. Sabahın 6'sına kadar, 6 yıl önce ayrıldığım yeni ve de canım sevgilime ağladım.</div><div><br /></div><div>Nasıl bir dönüştür bu, hangi kavşağın nihayetidir açıklamak imkansız. Geri dönüşlerin kabul edilmez mide bulantılarından uzak ve de zaten geri dönüş olmayan bir dönüş bu. Bizimkisi bir başlangıç. Yanlış zamanda yaşanmış bir rastlantının rövanşı. </div><div><br /></div><div>Çok büyük aşklar yaşadım kendimce. Dinginliğe yaklaştığımı hiç bu kadar hissetmemiştim. Hayır hayır, korkma sevgili blog. Ayşe Armanlık edip nasıl seviştiğimizi filan anlatmayacağım sana. Zaten üç haftadır skype ve telefon konuşmalarıyla ilerliyor ilişkimiz, sanal seks yapacak kadar da düşmedik şükür. Bak gene Ayşe Arman'a bağlıyorum. Sustum.</div><div><br /></div><div>Kasım'dayım. Bir ilişki henüz bitmişken bir başkasına yelken açmak/açabilmek "herşey yolunda, hayattayım" mesajıymış. Çok sevdim bu çıkarımı. İşime geldiğinden değil, kurmayı beceremediğim bir cümleyi kuruyor olduğundan. Aman neyse, nitekim Kasım'da aşk başka filan değil aga. Yalan o. Aşk Kasım'da da aşk, Nisan'da da. Oğlum uzak mesafe ilişkisi sarsıyor beni. Ya da yetiştirilecek bunca iş varken, ben sırf iş olsun diye bu tuşları dövüyorum diye yakıyorum devreleri.</div><div><br /></div><div>Bu yazının başlığını neden K Savaşları koyduğumu unuttum. Normalde yazımı yazar sonra atardım başlığımı. Bu defa o kadar kararlı geldim ki, önce başlığı attım ama yazının sonunda da unuttum. Hep bu Flamenkçe.</div><div><br /></div><div>Hah! Kasım, kalem, kağıt, klavye, kitap. Üstelik 'kurban' bayramı. Tabii ki 'K Savaşları' olacaktı adı! Yazılacak bir tez girişi, bir dergi haberi, bir kitap incelemesi, bir haber analizi ve elden geçirilmesi gereken bir senaryo. Bilgisayar başında geçen saatler. Çaresizce özlenen -ama yıllardırcasına özlenen- bir sevgili, geçmesi beklenen 40 gün ve her gün tekrar tekrar canlandırılan hava alanında buluşma sahnesi. Uykusuz geceler, uyanılamayan ve ancak akşam başlanabilen günler. Ayşe Arman olmayayım derken depresyon abla oldum. Öte yandan bunca senelik çelik ablalığın üzerine inanılmaz duygusal şeyler düşünür oldum. </div><div><br /></div><div>Şimdi bir Bülent Ortaçgil şarkısı çalıyor kafamın içinde acıklıca: "bu tez hiç bitmeeez..." </div></div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-67677532708020697882011-10-28T15:36:00.000-07:002011-10-28T15:42:26.832-07:00Hiç akıllanmamanın daniskasıGittin. Pişman olma olasılığını göre göre gittin. Benim geri dönmek istememe olasılığımı bilerek. Belki de ben hiç istemiyorken ayrılığı, sen direttin. Benimle beraber ağladın. Benden çok üzüldün belki de.<div>Yalnızlığına bunca dayılanırken şimdi neden benimle izlemen gereken filmleri yalnız izliyorsun! Neden benimle içmen gereken içkileri yalnız başına kafaya dikiyorsun ve en son beraber gittiğimiz barlarda eğlenmeye çalışıyorsun? </div><div>Kararının ızdarıbını böyle mi çekmek istiyorsun? Aşık olmak üzerine büyük laflar edince daha çok kanıyor da yaran, daha mı kolay akıtıyorsun zehrini?</div><div>İşin kolaylaşıyor mu böyle? Benim de beyin kıvrımlarıma bir düğüm daha attığında hafifliyor musun bir nebze?</div><div>Ben yalnızlığıma fırsat vermeden iyi olmaya çalışırken, zerre nefes almadan yeni bir hayat planlarken... Tekrar aşk acısı çekecek halim yok, demedim mi sana?! </div><div>Benim inadım da bezdiriyor değil mi seni?</div><div>Yakmasana canımı. Çeksene parmaklarını beyin kıvrımlarımın arasından. Ve geçen pazar kahve falımdan düştüğün gibi hayatımdan defolup gitsene!</div><div>Ya da gitmesene, ne bileyim.</div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-63468247462935833392011-09-19T04:49:00.000-07:002011-09-19T08:35:16.724-07:00Munch! Ouch.Alışırsam olmaz. Elim ayağım birbirine dolanır. Olmaz.<br />Evde seni beklemelere alışmamam lazım. Gelip de evde beni bulduğundaki mutluluğunu görürsem yüz bulurum. Alışmamalıyım. Gidemem sonra.<br />Sana yemekler yapmaya alışmamam lazım. Eşyalarımı da almış gelmişim bir bakmışsın. Kitaplarımız yan yana dizilmiş, giysilerimiz birbirine karışmış olur. Alışırım sonra. Çok tehlikeli. "Yemeği ben hazırladım, kahveyi de sen yap" kavgasına tutuşuruz mazallah. Hasta olur da aynı mendillere sümkürürüz. Alışmamak lazım.<br />Pijamalarımı da alır gelirim, kendi evime gidemez olurum. Gitsem de sensiz yataklarda uyuyamam, senin öpmediğin sabahlara uyanamaz olurum. Yalnızlığımı aldatırken alenen, enselenmiş olurum. Üstüne üstlük alışmış olurum da aşık filan olurum üstüne. Çok tehlikeli, çok. Abartır mıyım dersin? Bence çok abartırım.<br />Evimi bırak,kendimin yollarını unuturum. Kaçacak delik bırakmam kendime. Öylece, ulu orta... Seninle izleyeceğim diye "izlenecekler" listemi kabartırım. Hiç iyi değil.<br />Gece tuvalete kalkıp da yatağa döndüğümde sarılayım diye kolunu kaldırmana alışırım. Ya sana sarılmadan uyunan uykulara düşman olursam?<br />Peki bunca sevdikten sonra o hayalindeki kadına dönüşürsem ne olur?<br />Bir sabah.<br />Apansız.<br />İstemeden.<br />Anlamadan.<br />Ne yapsan kapılarım kapanmaz olursa bir gün? Döneceğin tüm yolların sonuna koyarsam kendimi?<br />Peki sen benim çıktığım tüm yolların üzerinde olursan? Oldu olacak sen de benim hayallerimdeki adam oluverirsen bir anda?<br />Sen yoksan çirkin hissedersem kendimi? Hiç sana bağlı değilimişim gibi yaşamaya çalışırken bir anda sana alışıverirsem...<br />Çok içinden çıkılmaz olmaz mı işler?<br />Alışmamam lazım.<br />Sonrası çok fena.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-23649132942976959602011-09-09T01:20:00.000-07:002011-09-09T01:34:44.320-07:00Eylül, yeni bir yıl bize.Bu ara en büyük lüksümüz bu, balkonumuzda o ekşimsi ucuz şarabımızı onun buna şerefine tokuşturup içmek. Bir de arkadan Bülent Ortaçgil dinleyip her şarkısında ilk kez duyuyormuşçasına keyiflenmek.<br />Eylül'e vardık sonunda. Şimdi güneşli sabahlara uyandığımız bu odada yağmurlu günler karşılayacak bizi. Aslında en başındaki gibi. "oraya doğru fazla gidersem, buraya dönmem coğrafya gereği".<br />Dün gece beraber uyuduğumuz ilk geceyi düşündüm. Beni öptüğünde duyduğum heyecanı anımsayıp gülümsedim. O aralar bana anlattığın birçok güzel şeyin yalan olduğunu hatırlasam da mutlu olmak daha çok işime geldiğinden aptala yatıyorum. En başından beri, kusursuz bir aşk yaşıyormuşuz gibi davranıyorum. Sonra an geliyor şu an bile aşk yaşamadığımızı hatırlatıp kendime gülüyorum.<br />Her neyse.<br />İşte o aralar bir zamandı. Birbirimiz için ne olduğumuzu bilmediğimiz günlerdendi. Ilık bir geceye uyuyup yağmurlu bir sabaha uyanmıştık. Delicesine sağanaktı. Benim uykusuz gecelerimden birisinin nihayetiydi. Erken kalkmış balkonda senin ödevini yazıyordum. Sonra yağmur yağmaya başladı üzerime. Sonra sen geldin. Okula beraber gittiğimiz, ama koridorda karşılaşacak şansımızı yitirdiğimiz tarihlerdi.<br />Ben anlara çok bağlıyım sanırım. Geç ve de ayrı uyuduğumuz o gecenin ertesinde derslerimize yetişmeye çalışırken okul koridorunda karşılaştığımız o günü de unutmam ben mesela. Hani elindeki suyu alıp içtiğim sonra koşarak uzaklaştığım.<br />Güzel şeyler yapıyoruz, bu kesin. Canımız sıkılınca onun bunun dedikosunu yapıp eğleniyoruz en kötü. Beraber kitaplar alıyor, beraber kitaplar temizliyoruz. Bazen çok güzel, çok severek bakıyoruz birbirimize. Ama ben inanmıyorum bunların birçoğuna. Kapılasım yok. Çok gencim daha. Başka bir aşk acısıyla baş etmeye niyetim yok. Eğer gidersen bir gün, ki bu da kesin, hiç gelmemişsin gibi davranmayı planlıyorum. Hiç olmamışsın gibi. Bunca anı biriktirmişken ve de biriktiriyorken bu nasıl mümkün olacak bilmiyorum ama şu an sadece bunu planlıyorum. Anımın tadını kaçırmıyorum, hayır. Seni çok sevmekten korkuyorum. Seni sevmiyorum.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-49376819699384640732011-08-29T11:25:00.001-07:002012-02-23T08:44:57.747-08:00Koskoca Yirmiiki.Anlar biriktiriyoruz. Gitmişsin gibi içimi acıtıyor bazen hatırladıklarım. Eskimle yenim, iyimle kötüm karışıyor. Ağlayasım tutuyor. Bakıyorum ki mutluymuşum meğersem, neden? <div>Parmaklarımı öpüşün... O kadar eski ve o kadar yeni ki. Kalbime pompalaması gerekenden fazla kan doluyor bir anda.<div>Seni paylaşmayı istememek. Hiç gelmezdi aklıma böyle bir arzuya sahip olacağım. Ağzımdaki sigara tadı kadar yabancı. Ve bir o kadar aptal.</div><div>Senin savaş alanına girecek cesaretim yok. Sen kendi sınırlarının öte yanından pis pis sırıtırken ben kendi sınırımın ardından korkak gözlerle bakıyorum sana. Seninle savaşacak gücüm olmadığından oyunun kurallarını sen koyuyorsun. Ben sesimi çıkartacak oluyorum. Kafama vuruyorsun. Aşağı itiyorsun. İncitiyor, korkutuyorsun. Ben salağım. Susuyorum. Sen benim cumhuriyetimde kendi diktanı yönetmeye başlıyorsun. Sonra ben sana duymak istediğin yalanlar söylüyorum. Böylece en güzel sahtelerden bir mutluluk yalanı uyduruyor ve yaşamaya başlıyoruz. Bazen o kadar abartıyoruz ki birbirimizi sevdiğimizi söyleyecek oluyoruz. Ve işte sonrası malum sahne... sen parmaklarımı öpüyorsun. ben gülümsüyorum. Acıyarak ya da huzurdan dört köşe olarak. Kim bilir.</div></div><div>Güzel bir sevgilicilik yalanı bizimkisi. Beraber tatillere çıkılan. Birbirine kitaplar okunan ve sevimli notlar yazılan. Beraber uyunup beraber uyanılan.... Kime ait olduğu bilinmeyen bir hayata iki kişi birden sığmaya çalışılan...</div><div>22'me 2 saat kalayım. Senin kokunun dibinde, dudağımda senin sigaran ile. Senin evinde, yalnız başıma. Yanımda olsan "kambur durma çocuk!" diyeceğin bir pozisyonda, yine bir yaz sonu depresyonu ile kaydediyorum bu satırları. </div><div>Bu gece bir kadına dönüşebilmem sadece bir şişe ojeye ihtiyacım var. Biraz renge. Biraz kırmızı birazcık da maviye. Hani senin şu sevdiğin tondan.</div><div>22 oluyorum sevgilim. Tek başıma. Ve defalarca sorduğun o sorunun yanıtını yavaş yavaş buluyorum; seni niye sevdiğimi gerçekten bilmiyorum.</div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-41457683667825665922011-02-07T05:42:00.001-08:002012-02-23T08:48:03.669-08:00Kaçak MektuplarÇok eski bir duygusun sen. Çok eski bir sessin, duydukça geçmişe götüren ruhumu. Eski sevgiliyi hatırlamak, çocukluğa ait unutulmuş bir oyuncağı bulmak, anneden yenilen ilk tokadı hatırlamak, babaya söylenen ilk yalanı tekrarlamak, babaannenin pişirdiği çorbanın lezzetini yakalamak, çok ağladığın bir filmi tekrar izlemek, gözyaşlarındaki tuzun tadına varmak... unutulduğu zannedilen tüm anıların toplamısın. Geçmişi acı vermeden anımsamaksın. Hatırlarken acı çekmemek kadar acılarla yüzleşmeksin bir yerde. Bu ne kadar kıymetli, bilir misin? İnsan geçmişini sevmez. Kim ne derse desin sevmez. Ya iyi şeyler yaşamadığından ya da yaşadığı güzellikleri tekrar yaşayamayacağından... yani ya pişmanlığından ya da hasetinden, umutsuzluğundan. Bu yüzden geçmişi sevdirmek büyük bir meziyettir. Odamı saran eski mobilya kokusunu sevebilmem, babaannemin saç tellerini toplayabilmem ve hala onunla uyuduğum yatakta yalnız uyumaya çalışmam bu yüzdendir. Çocukluğumda dinlediğim ninnilerin huzuru sararken kulaklarımı, içime ılıkça bir şeyler sızar. Biraz ağırdır aslında, ama başka bir yandan özümsersin bu sancıyı. Senindir, bilirsin. Tanıdıktır biraz. Gözün ısırıyordur bir yerlerden. Biraz daha sürse tamamen hatırlayacaksındır. Ama hep bir süliet olarak kalacaktır. Beceriksizdir insanın ruhu zira. Depresyonlara ve antidepresanlara her daim açık olan kapısı yüzünden hüzünlerini uzun uzadıya ağırlayamaz. Korkar yarın sabah uyanamamaktan.<br />Ağlarken mutlu olmasını sağlamak bir insanın, dünyanın büyük mucizelerindendir. Ben sadece babaannem için ağladım şimdiye kadar. Onunla yaşayabileceğim her şeyi yaşadığımı düşünürken, gittiğinde elimde kalan kocaman keşkelere bakarak ağladım. Bir de gövdeme büyük gelen o keskin özleme... Özlem ilk defa güzel değildi. Sonunun gelmeyeceğini bilerek özlemek hiç güzel değilmiş. Adı çaresizlikmiş meğer. Gözyaşların içine akar ve hiçbir yarayı kapatmazmış. Sen hiç bu duyguyu yaşama sevgili. Hiç istemem. Çünkü kimse yardım edemez sana. Ben bile iyi gelmem belki de. Korkarım. Yaraların dokunulmaz olur. Sen sakın sonu gelmeyen özlemlere kapılma sevgili.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-5632145992785902582010-12-14T15:34:00.000-08:002010-12-14T16:08:30.208-08:00Kusura bakma 2000bilmemkaç, 2010'a ayıp oluyor. Çünkü o giderken beni büyütüyor..."hoşgeldin 2000bilmemkaç" bu, milenyumun son kapitalist darbesi ucuzlukçu dükkanlarından temin edilmiş kar formunda spreylerle yazılması uygun olan bir sevinç narası. Yaşamakta olduğumuz 2010 yılının bu son günlerinde birçok mağazanın- özellikle kuruyemişçilerin- vitrinlerinde görüyorum ben bu mesajı. Ben yılbaşını seven bir insanım. Yılbaşı geliyor diye sevinen, o akşam için hazırlıklar yapan, parası varsa sevdiklerine hediyeler alan, o geceyi sevdikleriyle beraber geçirmek isteyen bir insanım. Hele hele şu Aralık ayı itibariyle her yerin ışıl ışıl olmasından çocuksu bir haz duyan ve yerli yersiz "yılbaşı geliyo..."diye mırıldanıp sevinen bir insanım. Lakin bu az önce bahsettiğim sevinç narası da bana çok samimiyetsiz geliyor. Tamam, her yıl yeni bir başlangıçtır. Yeni umutlar getirir gelirken ve insanların çoğu bu yüzden bu kadar mutlulukla karşılarlar yeni yılı ama bu sevinç narası da geçmekte olan yıla biraz terbiyesizlik olmuyor mu? Valla bilmiyorum belki de ben çok melankolik, simgelere çok anlam yükleyen bir insanımdır. Ama bozuluyorum arkadaşım. Sonuçta belli bir yaşanmışlık var, bu kadar çabuk satmak ayıp. Hiç mi güzel bir şey yaşamadın bu geçmekte olan yılda? Hiç mi kıyak yapmadı sana? Anlamıyorum yani. He şimdi diyeceksiniz ki, "madem bu kadar mualifsin sen neden seviniyorsun yeni yıl gelince?" Ben de bilmiyorum ki. O renklilik, o keyif, o umut benim hoşuma gidiyor. Ama bu esnada da geçen yıla kazık atarcasına bas bas bağırmıyorum "hoşgeldin 2000bilmemkaaaaağç" diye. Benim yılbaşı gecesi kutlamam sevdiklerimle beraber acısıyla tatlısıyla, aynı anda bir yıl daha yaşlanıyor olmanın hazzından ileri geliyor daha ziyade.<br />Neyse.<br />***<br />Ben bu aralar fark ettim ki blogumu çok günlüğümsü kullanır, bolca da saçmalar olmuşum. Kızdım kendime. Zira bu kelimelerimin bana küstüğü anlamına gelmektedir. Benim için korkunç bir hastalıktır bu, tedavisini hala bilemediğim. Yazmak kurtulamadığım bir takıntıdır ve yaşamımı idame ettirebilmem için en büyük gereksinimlerden birisidir ya hani, bu güdüm asla yok olmaz. Olamaz. Fakat kelimeler küstüğünde işler değişir, acayipleşir. Bu güdü devam ederken kelimelerin büyülerini üzerimden çekmeleri ile bünyemde korkunç bir sarsıntı hasıl olur. Yazmak için deli divane olup da kabızlaşır bir hal alır ruhum o an. Ve sonuçta, yazamam. Saçmalarım. İşte 'İllet-i Güzide' son zamanlarda bu kabızlık halleri hasebiyle az biraz kirlenmiş bulunmakta. Bu yüzden vicdanımdan ve güzide illetimden ne kadar özür dilesem azdır.<br />***<br />Kışın kalın ve kara battaniyesini alarak üzerime çökmesinin üzerinden çok zaman geçmedi. Sonu gelmez uykularım ve kronik keyifsizliklerim, hayatımda sahnelenmekte olan türlü aksiliklerden de yüz bularak 'ben'i işgal etmeye başladılar. Kızgınlıklarım ve kişisel azarlarım bu kan emicileri kışkışlamaya yetmedi. Fakat şimdi görüyorum ki yakın dostlarım çok güzel işler yapıyorlar. "Onuncu Katmanın Truvayı Keşfi" bunun en güzel örneği. Fotoğrafları az önce gördüm ve en kısa sürede gidip onları okkalı okkalı öpmek istiyorum. Tabii bunun yanı sıra ilk uzun metraj filmimiz de bitmiş ve adıyla beni bu gaflet uykumdan uyandırmak istercesine mail kutumda final nağmeleriyle peyda olmaya başlamış; "Yapman Gerekeni Yap".<br />Şimdi ben okunacak kitaplarıma bakıyorum, izlenecek filmlerime göz atıyorum. Binbir heves kayıt olduğum sosyolojinin ders kitaplarıyla kesişiyorum. Sevgilimin senaryo yazışını aşkla izliyorum ve de silkiniyorum... Benim bu kış uykularından uyanışım karın yağışıyla vukuu bulurdu ya, bu da büyüdüğümün ayrı bir alametidir, artık sırtıma yağanlarla değil gözümün gördükleriyle irkilip uyanıyorum. Böylece 2010 da gider ayak hayatta bir şeyleri daha öğrenebilmiş olmamın şerefine göğsüme kırmızı bir kurdela takıyor.<br />Şimdi kendime ve yaşam kaynağım, güzide illetime kocaman bir günaydın!!Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-40738179089411583682010-12-02T16:57:00.000-08:002010-12-02T17:06:48.980-08:00Migrenik Krizlersaat 3e geliyor ve ben çıldırmamak için elimde tuttuğum tüm sebeplerimin sonuncusunu da az önce tükettim. bugüne başladığım saniyeden beri deliler gibi, sanki başka işi gücü yokmuş gibi, sanki tek migrenli benmişim gibi BAŞIM AĞRIYOR!! "Nietzsche de migren hastasıydı, hahah" diye keyiflendiğim günler, lanet olsun size. Salaklığımın haddi hesabı yokmuş meğersem. Kafamı duvarlara vura vura bayılmak istiyorum şu an. Başımın içinde kocaman bir kütle yüzüyor resmen. Hareket ettikçe de kafatasıma çarpıyor.<br />Günlerdir savaştığım uyku probleminin sonucu bundan güzel olamazdı sanırım. Cila dedikleri şeyi çekiyorum şu an. Buraya yazmaya çalıştığım tüm kelimelere yanlış harflerle başlıyor ve geriye doğru silip yeni baştan yazıyorum. Saatlerdir denemediğim iş kalmadı. Uyku, okuma, dinleme, ovuşturma, soda içme... dermansız çilekeşlere döndüm.<br />Bu hafta okula gitmedim, annemle kavga ettim, arkadaş teselli ettim, eğlenceli bir oyun izledim, bol bol baş ağrısı çektim. Yazmam beklenen bir senaryo var şimdi sırada. Ama aklımda tek bir hikaye bile yok. Kendime sakladığım hikayelerimden harcayacağım diye ödüm kopuyor. Saçmalayorum genel olarak. Bu arada NASA ne dedi, uzaylılar var mıymış hakkaten?Unknownnoreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-53461364684515456372010-11-27T21:08:00.000-08:002010-11-27T21:46:15.512-08:00Pamuk'a elmayı uzattan cadı değil, annesiydi.<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjW2ZYPM5rsOKEiXdRGQzEoLKUwAv42-CFVdoY5H9ya2xJtsDCOe4V1H996XGpwjmLgye8KqvfThni60_HjTZv4ZTBkR-qOaTJ6afHwmIfZaP4OuZYu2W3yItholJAq3OzsYhAqVdl490s/s1600/b-133959-elma%255B1%255D.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5544472353683366146" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 200px; CURSOR: hand; HEIGHT: 178px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjW2ZYPM5rsOKEiXdRGQzEoLKUwAv42-CFVdoY5H9ya2xJtsDCOe4V1H996XGpwjmLgye8KqvfThni60_HjTZv4ZTBkR-qOaTJ6afHwmIfZaP4OuZYu2W3yItholJAq3OzsYhAqVdl490s/s200/b-133959-elma%255B1%255D.jpg" border="0" /></a><br /><div>Annem... aşklarımı hep komedi filmi izler gibi, yüzünde o alaycı gülümsemeyle dinledi. Ne kadar acıydı aslında, o an için bu dünyada en değer verdiğin ve inandığın şeyin küçümsenmesi. Ne gurur kırıcı, ne aşağılayıcı! İlk aşktan itibaren bu böyledir ve kocana kadar da devam edeceği gayet aşikardır.<br /><br />Annemle kaçıncı evresindeyiz bu kırgınlığın bilmiyorum ama bu aralar gururla kurduğu cümle şu: "daha kimler gelir kimler geçer... " Sanki iyisi buymuş gibi. Sanki doğru olan kısacık hayatımdan milyonlarca insanın geçmesiymiş gibi. Ve beni buna ikna etme çabası... Buna inanmam için gözlerimin içine bakışı. En fenası, bunu 'annem' sıfatıyla yapması. Hani şu bana hayat boyu en doğru olanı öğretecek olan kadının... Sıklıkla da benim iyiliğimi düşündüğünü ima etmesi. Hayır, hayır gecikmiş bir ergenlik sürtüşmesi değil benimkisi. Açık ve net kırgınlık, kızgınlık ve düpedüz incinmişlik...<br /><br />Hepimiz, annelerimizin hayatlarında yeni açtıkları birer temiz sayfalarıyız. Bir önceki sayfadan mutlaka daha beyaz, hatta mümkünse üzerinde hiçbir yanlış çizgi barındırmayan bir sayfa... Annelerimiz kendi hatalarından korkup bizim duygularımızı içimizden geldiğince, coşku dolu yaşamamıza engel olurlar. Hep 'daha gelip geçecek' birileri vardır. Her sevdiğiniz aslında yanlış kişidir ve siz dünyanın sekizinci harikasısınızdır. Beyaz atlı prensin gelmesi için zehirli elmayı ısırmanıza, yüz yıl uyumanıza ya da kaleden kurtulmak için saçlarınızı metrelerce uzatmanıza gerek yoktur. Çünkü zaten hiçbir kurtarıcı beyaz atlı bir prens değildir annenizin nezdinde ve bu yüzden hiçbirisini sevmemeli, hiçbirisine bağlanmamalıdır.<br /><br />İşte bu yüzden büyüdüğümüzde bir de bakarız ki sevme yeteneksizi bir mendeburun teki olup çıkmışızdır. Kanserli gibi içimizde büyüttükçe zehirlenir hale gelmiş korkaklıkla üstelik... Sevmekten, sevilmekten, dokunmaktan, hayal kurmaktan, inanmaktan korkan bir kadın olmuşuzdur. Sevmeye kalkışsa da karşısını kan revan içinde bırakan bir caniye dönüşmüşüzdür. Annesinin hatalarını kendi hatası bellemiş ve hayattaki tüm hata yapma haklarını yitirmişçesine korunaklı yaşamaya çalışan bir kadın... Etrafına kendi özgürlüğünü hapseden duvarlar örmüş, gri bir gökyüzü altında 'güven' içinde yaşamaya çalışan bir kadın. O duvarlar arasında mutluluğunu ve umudunu günden güne gırtlayarak yok eden bir kadın... Üstelik baştan aşağı suçluluk duygusuyla kuşanmış! En büyük suçu da en affedilmez kişiye, kendine işlemiş bir kadın... Failini annesi olarak görmek için gecikmiş bir kadın...<br /><br />Aynı ilkokulda öğretmenin, derste izin almadan konuşuyorsun diye suratına koca bir tokat indirmesi gibi. Hani hayat boyu konuşmak için hep birilerinin susmasını, size izin vermesini bekler ve kendini ifade edemez bir sosyopata dönüşürsün nihayet. Konuş dediklerinde konuşamaz olursun. Bu sefer konuşamıyorsun diye perişan ederler hani... Durduğun yerde, hiç de bir suçun yokken men ediliverirsin insaniyetinden. İşte öylesi bir kısır döngü içinde dönene dura kupkuru kalır, tükeniverirsin. Kanadıkça kanar, yine de tek kelime konuşamazsın.</div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-32817343543107833662010-11-13T12:11:00.000-08:002010-11-13T12:19:49.701-08:00bıkİlk sınav haftamı bitirdim. Benim için çok avantajlı olabilecek bir iş görüşmesini kaçırdım, aynı gün ilk sınavımı da kaçırmıştım. Sonra Neon aradı, hadi film çekiyoruz koş dedi. Sınavlar takıldı ayağıma, koşarken yere yapıştım. Sınavlar bitti derken hayvan gibi gribim. Zorlu geçen bir gecenin ardından 'baba kahvaltı hazırlamış oh' diye sevinirken annenin nerede olduğumu öğrenmek için beni değil de babayı araması. Sinir harbi, gerginlik, acayip kızgınlık... peşinden tarifsiz bir sıkıntı hali. Öyle böyle değil ama, feci! Dişlerim acıyor resmen. Kendimi çok korkunç hissediyorum. O gerizekalı iş yerinden de paramı alamadım bir türlü! Gidip yakıp yıkmak, rezil rüsva etmek istiyorum ortalığı.<br />Nefes... nefese ihtiyacım var bir süredir. Güzel kitaplar, filmler ve fonda daima huzur verecek bir müzik. Baş ağrıtmayan, hafif bir şarap.<br />Toprağa basmak istiyorum yalın ayak. Sonra ıslak çimenlere uzanmak öylece. Derken babaannemin elini tutmak. Sarılıp gıdısından kocaman koklamak. O an yeniden yeniden doğmak. Kim bilir, belki de benim cennet tasvirimdir bu.<br />Giderek daha çabuk yorulur oldum. Daha çabuk sinirlenir oldum. Çözüm bulmaya çalışmaktansa topuklar... Sıkıntıdayım.<br />Yorgunum.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-50789421222334818092010-10-10T08:18:00.000-07:002010-10-10T08:32:54.279-07:00Işık, biraz daha ışık...Ailecek sıkılıyoruz bu aralar. İşlerimiz yolunda gitmiyor. Gerginliklerimiz artıyor. Derin derin iç çekişlerdeyiz. Bolca susuyoruz, nadiren tepki gösteriyoruz. Çünkü yorgunuz ve içimize atıyoruz. Hiç kavga edecek modda değiliz. O bile zor geliyor, feci bıkkınız. Annem susuyor, ben kapıları çarpıyorum, anneannem söyleniyor, sevgilim beni avutuyor. Ben tutup tutup kendimi, ağlayıveriyorum olmayacak işte. Elime çay döktüm, ağla. Parasız kaldım, anneden para aldım; ağla. Anneanne boş boş söylendi, ağla. Bunca şey üst üste gelmişken kışın gelmeye kalkışması da pek yersiz oldu tabii. Her ne kadar tavırlarımızla şu an kendisini ağırlamak istemediğimizi belli etsek de oldukça yüzsüz davrandı, gelip oturuverdi baş köşeye.<br />Bu sabah gözlerimi açtım. Sevgilim yanımdaydı, teni tenime değiyordu. O duygunun adı çok belliydi: huzur. Odaya çok tatlı bir ışık dalıyordu. Kış bugün pazar tatili yapıyordu. Güneş de onun dükkana bakıyordu bir günlüğüne galiba. Nefesi boynuma çarparken, kulağıma fısıldıyordu sanki: "geçecek bunlar da."... "kendimiz için yaşayacağımız zamanlar gelecek. sorumluluğumuzun sadece birbirimiz olacağı zamanlar"... devam ediyordu sonra da "hem de kendi evimizde... bu ışık bizim evimize dalacak. pazar sabahları kimseyi aramak zorunda olmadan uyanacağız. bu zamanlar da geçecek..."<br />Bıkkınlar ve yıkkınlardayız bu aralar. Geçer herhalde birkaç haftaya. Bakarsın birkaç aya kendi ayaklarımız bizi taşıyacak kıvama da gelir ve kış bir kere daha pazar tatili yapıp güneşe devreder görevi. Ve o sabah kendi evimize dalan o ışığın kucağında uyanırız. Niye mucize olmasın ki? Bence ona da biraz şans vermek gerek.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3293508368659994617.post-65805198788097103872010-09-14T02:56:00.000-07:002010-09-14T03:14:16.918-07:00Yazı, kaçış, sonbahar...Keyfin kaçınca, şevkin kaçıyor. Şevkin kaçınca kalemin kırılıyor. Kalemin kırılınca yazı küsüyor ve seni inletene kadar direniyor. Dün Elif Şafak'tan da okumuştum bunu: "üç gün yazmasam, kapısında yalvarıyorum...". Ben seneyi aşkındır aynı vaziyetteyim. Tam ufak ufak ateşkes ilan ettiğimizi düşünmeye başlarken keyfim ya da işyerim bana kazık atıyor ve tüm altyapı çalışmaları boşa gitmiş oluyor. Ama kavgalar, gerginlikler, baş ağrıları, sızlanmalar, huysuzluklar derken Ankara yolları göründü. Sevgilim beni yolcu ettikten birkaç dakika sonra yazı dayanıverdi kapıma. Yazık ki ben onu ağırlayacak konumda değildim. Şimdi kafa dinlemelerdeyim. Yazıyla da ufak tefek cilveleşmelerde... Sevgiliyi özlüyorum ya, uyanık hemen de dayanıyor kapıma. Kan revan bir sektör dergisinden can hıraş kurtulmuşken, şimdilerde Ankara'da küçücük sakince bir kırtasiyede veletlere renkli kalemler satıyorum. Resim yapsınlar diye boyalar, defterler veriyorum. Dinleniyorum. Kitabımı okuyorum ve sevgilime yapacağım süprizleri düşünüp eğleniyorum. Özlüyorum. Öte yandan kardeş kadar kanımdan bir dostla dertleşiyorum geceleri, huzurla gidiyorum yatağıma. Söylenmelerden, mırıltılardan uzakta; açık ve net, sakince konuşuyorum. İçime akmıyor, arınıyorum ufaktan. Baş ağrılarım azalıyor, sinirlerim gevşiyor. Uçarak döneceğim İstanbul'da da hafiflikten uçarak dolaşmayı planlıyorum birkaç hafta. Zaten okul açılıyor. Sevgilimle el ele gideceğim fakültem, beni öperek yolculayacağı derslerim, temize çekeceğim ders notlarım, altını çizeceğim kitaplarım, soğuk yüzünde uyuklayacağım amfi sıralarım, sırasında bekleyip ne yemek yiyeceğimi merak edeceğim yemekhanem ve özlediğim arkadaşlarım... Hatta belki güneş cömert davranırsa birkaç gün üzerinde uzanacağımız serin çimenlikler... Uyanışım başlıyor. Renklendiğimi ve canlandığımı hissediyorum. Fakat hala heyecanlanmak için kendimi zorluyorum.Unknownnoreply@blogger.com0