10 Ağustos 2010 Salı

Sendromik

Ağustos ortalarına doğru, iş yerine gelen kötü yemekler, çıkışta umutla beklenen sevgililer, Neon başladı diye blog yazmaya başlamalar ve öğle araları... Alnımda ufak ve sık yağ butoncuklarının fırlamasıyla iş yeri giderek çekilmez olabiliyor. Sabah metroda bunu düşündüm: kendi işinin sahibi olmadığı halde, sevdiği işi yapsa dahi işe keyiften uçarak gidebilen insanlar var mıdır? Varlarsa eğer bir göreyim isterim onları. Varsa işin sırrına vakıf olmak-ki kendimde o potansiyeli pek gördüğüm söylenemez-, yoksa da el maharetiyle bu sevimsiz polyannacıkları öldürebilmek için. Hım, agresifim evet. Sevgilimle yaprakların arasından güneş sızan ağaçların altında kurulmuş bir hamakta tıngır mıngır sallanıp miskin miskin uyuklamak varken, buralar sinirlerimi cinlendiriyor haliyle. Yaptığım haberler de zaten ya haddinden uzun ya da haddinden kısa oluyor. Asla istediğim yeterlilikte olmuyor. Ağustos sıcağına bağlı mesai sendromu geçiriyorum. Kontrolsüz harcamalarım için de kendime kızıyorum zaten bu aralar. Yaptığım en düzgün şey, makul miktarlarda sevgilimi özlemek sanırım. O da benim işte olduğum saatlerce uyuyor olduğundan sendromumu içinden çıkılmaz bir hale getiriyor, işimi düzgün yapacağım varsa da yapamıyorum!
Elim yüzüm nem, yağ. Gidip çay koyayım da haddinden kısa haberimi yapayım. Sevgilim de uyuyadursun, ben akşama doğru özlerim onu.

Hiç yorum yok: