23 Ağustos 2010 Pazartesi

21'e giden kırmızı yol ve bir avuç manyak

Pazartesi sendromlarını atlattık. Şimdi sıra 'salı sendromları'nda galiba. Sabahın 7'sinde çapsız bir abazanın 'aşkımm!' diye kulağıma tıslamasıyla otobüs durağı yolunda gözlerimi açabildiğim bugünde, beklediğimin ve alışılanın aksine sakinim. Evet. Valla da sakinim. Hatta motorda arkamdan 'pardon bu sizin galiba' diye cüzdanımı getirdiklerinde bile sakindim. 'Aaa...' deyiverdim sadece, düşürmemiş de evde unutmuşum gibi. Şu an dergilerin yetişemeyeceği ihtimaline karşı blog yazarken bile sakinim. Az önce malum sosyal paylaşım sitesinde bundan iki sene evvel yazdığım yazımın finalini, hiç alakam olmayan bir ilkokul arkadaşımın iletisinde gördüğümde dahi sakindim. 'Vay anasını...' diye mırıldandım kendime. Pazartesi sendromomu dün gece BSPlayer'ın hıyarlığı hasebiyle Lolita'yı izlememe izin vermediği an son deminden vurup bıraktım. Erkenden uyudum. Sabahın 5'inde koca bir patırtıyla üzerime düşen Soul Kitchen posterine dahi gülümsedim. Şu an dünkü suratsızlığından inatla vazgeçmeyen iş arkadaşım 'grafiker'e bile gülümseyebilecek kıvamdayım. Yani, son derece sinir bozucu ve pişkinim. Zira geçen haftaya göre tatil planlarımdan filan uzaklamış ve durumumu çoktan kabul etmiş vaziyetteyim.
Fakat uzaktan uzağa fırtınalı bir haftanın bana el salladığını görür gibi oluyorum. Malum, bu haftaki gündemim '21'! Hani şu haftanın sonundan yine lanet bir pazartesi günü ile birlikte acı acı gelmekte olan malum yaş... Kendisi öyle bir gelmekte ki, bir anda tüm herşeyi tepetaklak etti. Ne referandum kaldı kafamda, ne çıkması gereken dergi, ne ödenecek borçlar ne de verilecek kilolar. Zaten CHP'nin 'recebim' türküsü eşliğinde yürüttüğü bu muhalif çalışmayı da çok telaşlı ve güvensiz görüyor, 'boykot'çular sayesinde umudumu biraz daha yitiriyor, dergilerin her durumda zaten bok gibi çıktığını ve sadece 20 tane satabildiğini anımsıyor, borçları ödesem de ay sonunun yine malum yerime saplanmak üzere imal edilmiş bir takım 'kazıklar' eşliğinde geleceğini biliyorum. Bir kez daha 'vay anasını' derken yakalıyorum kendimi. Bir de az önce e-posta kutuma düşen Vespa basın bültenindeki kırmızı Vespa'ya bakıp bakıp iç geçiriyorum. Fotoğraftaki kızı kıskanıyorum. Ciddi ciddi almak istiyor, sonra zaten yeterince kıçı dağıttığımı hatırlayıp 'otur oturduğun yere' diyorum. Yine kendime tabi. İçimden. Blog yazılarımı bile güdüsel bir biçimde haber yazma tekniklerimle yazmaya başlamışken zaten, ne bu şiddet bu celal?!
Kendi içimde birtakım deliler besliyorum. Salak ve komikler. Hakikaten. En çok da sevgilimin yanındayken azıyorlar ve beni ele geçiriyorlar. İşte o hallere bayılıyorum.
Kırmızı bir Vespa alayım. Sonra gaza basıp '21'den geriye doğru kaçayım. Sevgilimi ve delilerimi de alayım.

Hiç yorum yok: